Somut olayda memurluğa atanma ve memurluktan çıkarılma şartlarının düzenlendiği 657 sayılı Kanun'un devlet memurluğuna atanma şartlarına ve iptaline ilişkin 48. ve 98. maddeleri idari işlemlerin yapıldığı tarihteki hâli ile incelendiğinde; devlet memurluğuna alınacaklarda tahdidi olarak sayılan suçlardan mahkûm olmama şartı arandığı ve kişinin memurluğa alınma şartlarından herhangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması durumunda da memurluğunun sona ereceğinin düzenlendiği görülmüştür. Ayrıca kanun koyucunun 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinde hak yoksunluğu için belirlenen sürenin geçmiş veya affa uğramış olsalar bile devlet memuru olamayacaklarını düzenleyerek sayılan suçlardan mahkûm olanlar yönünden süresiz hak yoksunluğu öngördüğü söylenebilir. Anılan düzenlemenin ve memur olma şartlarının kanun koyucunun kamu görevlilerinin atanma hususundaki takdir yetkisi kapsamında olduğu ve memur olarak atanmak isteyen kişilerin başvuru tarihi itibarıyla Kanun'da aranan nitelikleri sağlaması gerektiği anlaşılmıştır.
Bununla birlikte, anılan Kanun maddesinde memurluğa engel olarak görülen mahkûmiyetin sadece kamu hizmetinin niteliğini etkileyebilecek bazı suçlarla sınırlandığı ve genel bir yasak hâlinin söz konusu olmadığı görülmüştür. Ayrıca başvurucunun kamu görevlisi olarak atandığı tarihte meri kanun da aranan şartları sağlar nitelikte olması ve görevi süresince de bu nitelikleri kaybetmemesi kamu hizmetinin etkin ve tarafsız bir şekilde yürütülmesi amacının da bir gereğidir. Anılan mevzuatta devlet memuru olmaya engel olarak sayılan suçlar arasında anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçların da yer aldığı, başvurucunun da anılan suçtan mahkûm olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar başvurucu, hakkında memnu hakların iadesine karar verildiğini vurgulamış ise de memnu hakların iadesinin mahkûmiyet hükmüne etkisinin olmadığı ancak bir hak yoksunluğunu ortadan kaldırabileceği bununla birlikte doğrudan devlet memuru olma hakkı vermediği yargı kararlarında da belirtilmiştir.
Ayrıca başvurucunun da anılan Kanun maddesinde sayılan suçlardan mahkumiyetin, memnu hakların iade edilmesine rağmen özel sektörde de doktor olarak çalışmaya engel olduğuna veya maruz kaldığı idari işlemin etkileri nedeniyle mesleki gelişimin engellediğine ya da özel sektörde çalışamadığına dair bir delillendirme yapmadığı görülmüştür. Bununla birlikte başvurucunun İdare tarafından özel sektörde çalışma yasağı içeren bir karar alındığına dair bir iddiasının bulunmadığı, somut olaya konu idari işlemin özel sektörde çalışmayı engelleyen bir içeriğinin olduğunu da ortaya koyamadığı vurgulanmalıdır. Bu durumda yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde başvurucunun doktor olarak atanmasından yaklaşık yedi ay sonra, atama tarihi itibarıyla geçerli olan Kanun'da belirlenen kamu görevlisi olarak atanma şartlarını taşımadığının tespit edilmesi üzerine atamanın iptal edilmesinin -başvurucunun devlet görevlisi olarak çalıştığı süre ve özel sektörde çalışma imkânının olması hususları da gözetildiğinde- demokratik toplum gereklerine uygun ve ölçülü olmadığı söylenemez.
Bunun yanında mahkeme sürecinde başvurucunun katılımı ve savunması ile delillerini sunması sağlanmak suretiyle özel hayata saygı hakkının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmış olduğu görülmüştür. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
GENEL KURUL
KARAR
(Başvuru Numarası: 2018/36485)
Karar Tarihi: 14/12/2022
R.G. Tarih ve Sayı: 22/2/2023 - 32112
I. BAŞVURUNUN KONUSU1. Başvuru, kamu görevlisi olarak atanan başvurucunun memur olma şartlarını taşımadığından bahisle atama işleminin iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/12/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
6. İkinci Bölüm tarafından 16/11/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından yasa dışı silahlı örgüt kurma veya katılma suçundan başvurucu hakkında verilen 12 yıl 6 ay ağır hapis cezası 18/12/2000 tarihinde kesinleşmiştir. Cumhurbaşkanlığının 2/4/2003 tarihli özel affı kapsamında affedilmesi sonrası başvurucunun talebi üzerine, (kapatılan) İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/4/2016 tarihli kararıyla da memnu haklarının iadesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde 25/5/2005 tarihli ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 13/A maddesinde memnu hakların iadesi için mahkûm olunan cezanın infazından itibaren üç yıllık sürenin geçmiş olmasının düzenlendiği, somut olayda anılan Kanun maddesinin şartlarının oluştuğu belirtilmiştir.
9. Başvurucu, devlet hizmet yükümlülüğü kurası sonucu 9/9/2016 tarihinde Karaman Ayrancı Toplum Sağlığı Merkezine hekim/doktor olarak atanmıştır. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu (İdare) 7/4/2017 tarihinde atamanın iptaline karar vermiştir. Kararda başvurucu hakkında yukarıda belirtilen mahkûmiyet kararına atıf yapılarak başvurucunun 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48. maddesinin (A) bendinin (5) numaralı fıkrasında belirtilen devlet memurluğuna alınacaklarda aranan şartları taşımadığının tespit edildiği belirtilmiştir.
10. Başvurucu, anılan idari işlemin iptali istemiyle 5/7/2017 tarihinde Ankara 15. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu vekili dava dilekçesinde; başvurucunun hapis cezasının adil yargılama yapmadıkları için kapatılan devlet güvenlik mahkemelerinin verdiği bir karardan kaynaklandığını, öte yandan suç işlediği kabul edilse bile memnu hakların iadesine ilişkin mahkeme kararının ceza mahkûmiyetinden doğan bazı hakların kullanılmasına yönelik ehliyetsizlikleri geleceğe dönük olarak ortadan kaldırdığını vurgulamıştır. Bu bağlamda devlet memuriyetinde iken veya memuriyete girmeden önce 657 sayılı Kanun'un 48. maddesinde sayılan suçları işlemek suretiyle mahkûm olanların ve devlet memuru olmak için aranan şartı taşımayanları ilgili mahkemelerden memnu hakların iadesi kararı almaları durumunda devlet memurluğuna atanabileceklerini iddia etmiştir. Ayrıca Anayasa'da düzenlenen kamu hizmetine girme hakkının ceza mahkûmiyetine bağlanmasının doğru olmadığını, başvurucunun devlet memurluğuna atanmasına engel bir durumun bulunmadığını, İdarenin atama yetkisini kötüye kullandığını vurgulamıştır.
11. İdare; davaya cevabında, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aldığı mahkûmiyet kararı sebebiyle 657 sayılı Kanun'un 48. maddesindeki memuriyete alınmada aranan genel şartları sağlamadığı, memnu hakların iadesi kararının sadece kamu haklarından mahrum olmamak koşulu yönünden ehliyetsizliği kaldırdığı belirtilmiştir. Memnu hakların iadesine ilişkin kararın anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı bir suçtan dolayı mahkûm kişiler yönünden devlet memuru olabilme koşullarını sağlama bakımından bir hak doğurmadığı vurgulanarak idari işlemin mevzuata ve hukuka uygun olduğu iddia edilmiştir.
12. Mahkeme tarafından 28/2/2018 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde;
i. Memnu hakların iadesinin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nda düzenlendiği, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve ilgili mevzuatta memnu hakların iadesi kurumuna yer verilmediği belirtilmiştir. Bununla birlikte 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinde güvenlik tedbiri olarak düzenlenen hak yoksunluklarının (kamu görevine girme dâhil) cezanın infazının tamamlanmasıyla birlikte sona ereceğinin kabul edildiği ve ceza hukuku mevzuatında sürekli hak yoksunluğuyla ilgili herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği vurgulanmıştır.
ii. Ancak özel kanun niteliğindeki 657 sayılı Kanun'un 48. maddesinde 23/1/2008 tarihinde yapılan değişiklikle 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezası ya da affa uğramamış olsa bile maddede sayılan suçlardan mahkûmiyetin devlet memurluğuna alınmaya engel olduğunun düzenlendiği belirtilmiştir. Anılan değişikliğin hem 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesi hem de 5352 sayılı Kanun'un 13. maddesinde yer alan düzenlemelerden sonra yürürlüğe girdiği, devlet memurluğuna alınmayla ilgili olarak özel ve sonraki kanun niteliğinde olan 657 sayılı Kanun’da yer alan anılan düzenlemenin işlem tesisine esas alınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu durumun altı çizilerek 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesi ile süresiz hak yoksunluğu öngörülmemişse de sonraki ve özel düzenleme olan 657 sayılı Kanun'un 48. maddesinin bu durumun istisnasını oluşturduğu değerlendirmesine yer verilmiştir. Bu bağlamda memnu hakların iadesi kararının ya da adli sicil kaydının silinmesinin anılan Kanun metninde sayılan suçlardan mahkûm olmaktan dolayı ortaya çıkan hak yoksunluğunu ortadan kaldıracak nitelikte olmadığı ifade edilmiştir.
iii. Diğer taraftan kamu görevlisi olanlar yönünden23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) "Kamu görevlilerine ilişkin tedbirler" kenar başlıklı 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasında terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya bunlarla iltisaklı yahut irtibatlı olduğu değerlendirilen personelin kamu görevinden çıkarılacağının düzenlendiği hatırlatılmıştır. Sonuç olarak başvurucunun mahkûm olduğu suç tipi nedeniyle kamu görevine alınmasına yönelik hak yoksunluğunun devam ettiği, memnu hakların iadesi kararı alınmasının da -657 sayılı Kanun'un 48. maddesi gözetildiğinde- başvurucu lehine devlet memuru olma bağlamında bir hak doğurmayacağı, atamanın iptaline ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir.
13. Başvurucu genel olarak dava dilekçesindeki iddialarını tekrarlayarak anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. İdari Dava Dairesi ilk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 3/10/2018 tarihinde istinaf başvurusunun reddine kesin olmak üzere karar vermiştir.
14. Nihai karar, başvurucu vekiline 8/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
15. 657 sayılı Kanun'un "Genel ve özel şartlar" kenar başlıklı 48. maddesinin ilgili kısmı şöyledir.
" Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.
A) Genel şartlar:
...
5. (Değişik altbent: 23/01/2008-5728 S.K./317.mad) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.
...
B) Özel şartlar:
...
2. Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak."
16. 657 sayılı Kanun'un "Memurluğun sona ermesi" kenar başlıklı 98. maddesinin ilgili kısmı şöyledir.
"Devlet memurlarının
....
b) Memurluğa alınma şartlarından her hangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan her hangi birini kaybetmesi;
...hallerinde memurluğu sona erer."
17. 5237 sayılı Kanun'un "Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma" kenar başlıklı 53. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;
a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,
...
(2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz..."
18. 5352 sayılı Kanun'un "Yasaklanmış hakların geri verilmesi" kenar başlıklı 13/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Ek madde: 06/12/2006 - 5560 S.K.38.md)
(1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilir. Bunun için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları saklı kalmak kaydıyla,
a) Mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması,
b) Kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması,
gerekir.
(2) Mahkûm olunan cezanın infazına genel af veya etkin pişmanlık dışında başka bir hukukî nedenle son verilmiş olması halinde, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilmesi için, hükmün kesinleştiği tarihten itibaren beş yıl geçmesi gerekir. Ancak, bu süre kişinin mahkûm olduğu hapis cezasına üç yıl eklenmek suretiyle bulunacak süreden az olamaz.
(3) Yasaklanmış hakların geri verilmesi için, hükümlünün veya vekilinin talebi üzerine, hükmü veren mahkemenin veya hükümlünün ikametgâhının bulunduğu yerdeki aynı derecedeki mahkemenin karar vermesi gerekir..."
2. İlgili Yargı Kararları
19. Danıştay Onikinci Dairesinin 23/10/2018 tarihli ve E.2018/4, K.2018/4553 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...davacının Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin eğitmen kadrosuna açıktan atandığı, burada memur olarak çalışmakta iken memurluğa alınma şartlarını taşımadan memurluğa alındığından bahisle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48/A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca görevine son verildiği, bakılan davanın bu işlemin iptali istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır.
Memnu hakların iadesi müessesesi, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun 121-124 maddeleri ile 1412 sayılı (mülga) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 416-420. maddeleri arasında yer almış iken, anılan Kanunları yürürlükten kaldırarak 01.06.2005 tarihinden itibaren yürürlüğe giren5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda bu müesseseye yer verilmemiştir. Ancak Anayasa'nın 76/2. maddesi ve657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu gibi bazı özel Kanunlardaki hak yoksunluklarına ilişkin düzenlemeler nedeniyle memnu hakların iadesi müessesesine yeniden ihtiyaç duyulmuş ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'na eklenen 13/A maddesiyle yasaklanmış hakların geri verilmesi başlığı altında yeniden düzenlenmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Güvenlik Tedbirleri, Belli Hakları Kullanmaktan Yoksun Bırakılma" başlıklı 53. maddesinde ''Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak; sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten ... yoksun bırakılır. (2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.'' hükmüne yer verilmiştir.
5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 'Yasaklanmış hakların geri verilmesi' başlıklı 06.12.2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun ile eklenen 13/A maddesinde, '(1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebilir. Bunun için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları saklı kalmak kaydıyla, a) Mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması, b) Kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması gerekir....' hükmüne yer verilmiştir.
Anılan maddede, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması, kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması koşuluyla kişilerin hükmü veren mahkemeye veya hükümlünün ikametgâhının bulunduğu yerdeki aynı derecedeki mahkemeye yapacakları başvuru üzerine yasaklanmış hakların geri verilmesi kararının verileceği belirtilmiştir.
Bu maddede bahsedilen '5237 sayılı Kanun dışındaki kanunlar' ifadesinden, 5237 sayılı TCK'nın 'Özel kanunlarla ilişki' başlıklı 5. maddesinde, 'Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.' hükmü uyarınca çeşitli suç ve hürriyeti bağlayıcı cezalar ile hak yoksunluklarının düzenlendiği 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu, Kaçakçılık Kanunları gibi özel ceza kanunları değil, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, Seçim Kanunu gibi hak yoksunluklarına yer verilen kanunların anlaşılması gerektiği açıktır.
5560 sayılı Kanun'un 38. maddesiyle 5352 sayılı Kanun'a eklenen 13/A maddesinin gerekçesinde, '5352 sayılı Adlî Sicil Kanununun Geçici 2 nci maddesinde, diğer kanunlardaki kasıtlı bir suçtan dolayı belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya mahkum olan kişilerin, belli hakları kullanmaktan süresiz olarak yoksun bırakılmasına ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki çeşitli kanunlardaki süresiz hak yoksunluğu doğuran bu hükümlere rağmen, yasaklanmış hakların geri verilmesi yolunun kapalı tutulması, uygulamada ciddi sorunlara yol açacaktır. Bu sorunların çözümüne yönelik olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki çeşitli kanunlardaki kasıtlı bir suçtan dolayı belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya mahkum olan kişilerin süresiz olarak kullanmaktan yasaklandıkları hakları tekrar kullanabilmelerine imkân tanıyan bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur.' ifadelerine yer verilmiştir.
Cezalandırılmakla güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğundan, memnu hakların iadesi müessesesi ile, ceza mahkûmiyetinden doğan süresiz yasakların ve ehliyetsizliklerin önüne geçilerek, yasak ve ehliyetsizliklerden kurtulmak isteyen kimseyi düzgün ve hukuk kurallarına uygun bir şekilde yaşamaya teşvik etmek amaçlanmıştır. Bu kapsamda, memnu hakların iadesi kararı, gerek Türk Ceza Kanunundan, gerekse özel bir kanundan kaynaklansın kamu hizmetlerinden yasaklanma, memuriyetten mahrumiyet, seçme ve seçilme hakkından yoksun kılınma gibi temel hak ve özgürlükler alanındaki ehliyetsizlikleri gelecek için ortadan kaldıran ve kişiye kullanılması men edilen hakları kullanma yetkisi sağlayan kararlardır.
657 sayılı Kanun'un 48/A-5 maddesinde yapılan 'Türk Ceza Kanunu'ndaki süreler geçirilmiş olsa bile' değişikliğinin 2008 yılında yapıldığı, 5560 sayılı Kanun'a eklenen 13/A maddesinin ise, 2006 yılında eklendiği görülmektedir. 5352 sayılı Kanun'a 2006 yılında 13/A maddesinin eklenmesiyle getirilen yasaklanmış hakların geri verilmesi düzenlemesinden sonra,memnu hakların iadesi kararı alınsa dahi devlet memuru olunamayacağına ilişkin bir hüküm de getirilmemiştir.
Anılan düzenlemelerin bir bütün olarak değerlendirilmesinden;657 sayılı Kanun'un 48/A-(5) maddesinde yer alan 'TCK'daki süreler geçirilmiş olsa bile' ifadesiyle maddede belirtilen suçlardan dolayı mahkûm olan ve bu mahkûmiyeti nedeniyle belli hakları kullanmaktan yasaklanan kişilerin devlet memuru olamayacağı, yasaklanmış hakların iadesi kararı alınması durumunda ise, mahkûmiyeti ortadan kalkmamakla birlikte mahkûmiyetten doğan veya mahkûmiyetle birlikte hükmedilen ehliyetsizliklerinin ileriye dönük olarak ortadan kalkacağı, ancak memnu hakların iadesi kararının ilgili kişiye bu karar uyarınca doğrudan memuriyete alınma hakkı vermeyip memuriyete başvurma hakkı sağlayacağı, idarenin bu noktada kadro ve ihtiyaç nedeniyle takdir yetkisinin bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durumda, bir kişinin işlediği suçtan dolayı verilen ceza mahkûmiyetinin infazının tamamlanmasıyla birlikte yoksun kaldığı haklarının, Kanun gereği kendiliğinden kişiye geri döneceği açıktır.
Dava konusu olayda, davacının sözü edilen mahkûmiyetine bağlı olan hak yoksunluğunun, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihten önce aldığı memnu hakların iadesi kararı ile ortadan kalktığı, davalı idarenin takdir yetkisini davacının memur olarak atanması yönünde kullandığı, bu durumda kadro ve ihtiyacın bulunduğu hususunun sabit olduğu, artık takdir yetkisinden söz edilemeyeceğinden, davacının memuriyete engel mahkumiyetinin bulunduğundan bahisle atamasının yapılmamasına ilişkin tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır..."
20. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun oyçokluğu ile verilen 25/10/2021 tarihli ve E.2019/3092, K.2021/2001 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Özürlü Memur Seçme Sınavını kazanan davacı, yerleştirme sonuçlarına göre Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlığı, Şırnak ili, veri hazırlama ve kontrol işletmeni kadrosuna memur olarak yerleştirilmiş ancak davacının daha önce mahkum olduğu suçun 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48/A-5. Maddesinde sayılan devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlardan olduğundan bahisle atamasının yapılmamasına karar verilmiştir...
İl derece mahkemesi kararı: devletin şahsiyetine karşı işlenen suçtan hüküm giyen davacının, söz konusu suça bağlı olarak yasaklılık durumunu geri almış olsa dahi yasanın açık hükmü uyarınca devlet memurluğuna atanma şartlarını taşımadığından davanın reddine"... Daire kararı: Danıştay Onikinci Dairesinin 22/10/2018 tarih ve E:2016/506, K:2018/4489 sayılı kararıyla... Anılan düzenlemelerin bir bütün olarak değerlendirilmesinden;657 sayılı Kanun'un 48/A-(5) maddesinde yer alan "TCK'daki süreler geçirilmiş olsa bile" ifadesiyle maddede belirtilen suçlardan dolayı mahkûm olan ve bu mahkûmiyeti nedeniyle belli hakları kullanmaktan yasaklanan kişilerin devlet memuru olamayacağı, yasaklanmış hakların iadesi kararı alınması durumunda ise, mahkûmiyeti ortadan kalkmamakla birlikte mahkûmiyetten doğan veya mahkûmiyetle birlikte hükmedilen ehliyetsizliklerinin ileriye dönük olarak ortadan kalkacağı, 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinde 'Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma' başlığı altında yeni bir düzenleme yapıldığı, buna göre, kişilerin kasten işlemiş oldukları suçlardan dolayı verilecek hapis cezası mahkumiyetinin kanuni sonucu olarak; bir kamu görevinin üstlenilmesi, seçme ve seçilme hakkı, velayet-vesayet hakkı gibi bir takım hak yoksunluklarının doğrudan oluşacağı ancak, hapis cezasının infazının tamamlanmasıyla birlikte yoksun kalınan hak yoksunluklarının da kendiliğinden kişiye avdet edeceği, Türk Ceza Kanunu uyarınca ayrıca yeni bir işleme gerek kalmaksızın cezanın infazının tamamlanmasıyla kişilerin yoksun kaldığı haklara kavuşacağı, Bununla birlikte, memnu hakların iadesi kararının, ilgili kişiye bu karar uyarınca doğrudan memuriyete alınma hakkı vermeyip memuriyete başvurma hakkı sağlayacağı, idarenin bu noktada kadro ve ihtiyaç durumunu gözeterek takdir yetkisini kullanacağının açık olduğu, Dava konusu olayda, davacının mahkûmiyetine bağlı olan hak yoksunluğunun, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihten önce aldığı memnu hakların iadesi kararı ile ortadan kalktığı... Derece mahkemesinin kararının bozulmasına...' 'İlk derece mahkemesi önceki gerekçelerini tekrarlayarak ısrar kararı vermiştir.'...
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 'Kamu hizmetlerine girme hakkı' başlıklı 70. maddesinde, 'Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.' hükmüne yer verilmiştir. Memnu hakların iadesi, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun yürürlükte olduğu dönemde ve halen 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 13/A maddesi uyarınca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı kısıtlılık hallerinden kaynaklanan süreli veya süresiz hak yoksunluklarının belli şartlarda sona erdirilmesine yönelik olarak getirilmiş bir müessesedir. Anılan Anayasal kural karşısında, hakkında verilmiş bir mahkumiyet kararı sonrasında belli kamu haklarını kullanmaktan yoksun kılınan vatandaşların, memnu haklarının mahkeme kararı ile iadesi sonrasında kamu hizmetine alınmada başvuru yapma ve sınavlara katılma hususunda diğer vatandaşlardan farksız oldukları konusunda bir duraksama bulunmamaktadır.
Öte yandan kanun koyucu, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48. maddesinde Devlet memurluğuna başvuru koşulları bulunan vatandaşların belli şartları taşıması halinde memuriyete alınması konusundaki iradeyle bu maddenin (A) bendinde tüm memuriyetler için aranacak genel şartları belirlemiş, (B) bendinde ise yapılacak hizmetin niteliği gereği olan ve ayrıca idarelerin mevzuatında belirtilen özel şartların başvuran kişide bulunması gerektiğini belirtmiştir... Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 'Kamu hizmetlerine girme hakkı' başlıklı 70. maddesinde, 'Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.' hükmüne yer verilmiştir. Memnu hakların iadesi, 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu'nun yürürlükte olduğu dönemde ve halen 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 13/A maddesi uyarınca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı kısıtlılık hallerinden kaynaklanan süreli veya süresiz hak yoksunluklarının belli şartlarda sona erdirilmesine yönelik olarak getirilmiş bir müessesedir. Anılan Anayasal kural karşısında, hakkında verilmiş bir mahkumiyet kararı sonrasında belli kamu haklarını kullanmaktan yoksun kılınan vatandaşların, memnu haklarının mahkeme kararı ile iadesi sonrasında kamu hizmetine alınmada başvuru yapma ve sınavlara katılma hususunda diğer vatandaşlardan farksız oldukları konusunda bir duraksama bulunmamaktadır.
Öte yandan kanun koyucu, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48. maddesinde Devlet memurluğuna başvuru koşulları bulunan vatandaşların belli şartları taşıması halinde memuriyete alınması konusundaki iradeyle bu maddenin (A) bendinde tüm memuriyetler için aranacak genel şartları belirlemiş, (B) bendinde ise yapılacak hizmetin niteliği gereği olan ve ayrıca idarelerin mevzuatında belirtilen özel şartların başvuran kişide bulunması gerektiğini belirtmiştir...
657 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (A) bendinin 5 numaralı alt bendinde, 'Türk Ceza Kanunu'nun 53 . maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.' şartı aranmıştır. Hukukumuzda genel af ve özel af şeklinde iki müessese öngörülmüştür. Genel af, kamu davasını, hükmolunmuş cezaları ve mahkumiyetin tüm neticelerini ortadan kaldıran bir yasama işlemidir. Özel af ise yalnızca kesinleşmiş bir cezayı kaldıran, cezayı hafifleten veya daha hafif bir cezaya çeviren bir müessesedir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48/A-5 maddesinde değişiklik yapan ve 08/02/2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'un 317. maddesinin gerekçesinde, 'affa uğramış olsa bile' ibaresi için şu açıklama yapılmıştır: 'Keza, söz konusu alt bende, ‘devletin güvenliğine karşı suçlar' ibaresinden önce gelmek üzere ‘affa uğramış olsa bile’ ibaresi eklenmiştir. Anayasa'da Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri arasında genel ve özel af çıkarma yetkisi sayılmıştır. Bu iki af türünün hukuki sonuçları arasındaki fark, Türk Ceza Kanununun 65. maddesinde ortaya konmuştur. Bu durum karşısında madde metnine eklenen ‘affa uğramış olsa bile’ ibaresini özel affa özgülemek gerekir.' denilmiştir. Dolayısıyla bu gerekçeden anlıyoruz ki; 657 sayılı Kanun'un 48. maddesinde yer alan affa ilişkin ibareden kanun koyucu özel affı kastetmektedir.
Diğer taraftan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48/A-5 maddesinin ilk halinde ve devamı değişikliklerinde '...hükümlü bulunmamak' keyfiyeti aranmakta iken, 23/01/2008 tarihinde kabul edilen 5728 sayılı Kanun'un 317. maddesiyle getirilen ve halen yürürlükte bulunan düzenleme ile bu keyfiyet, '...mahkum olmamak' şeklinde değiştirilmiştir. Memnu hakların iadesi, mahkumiyet kararını ortadan kaldıran değil, yalnızca yasaklanmış bazı hakların iadesine yönelik bir karardır.
Hal böyle iken kanun koyucu tarafından, 'devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık' gibi suçlardan mahkumiyet hali, genel af hariç kesinleşmiş bir cezayı kaldıran, cezayı hafifleten veya daha hafif bir cezaya çeviren özel af halinde memuriyete alınma konusunda bir engel olarak belirlenmişken, özel affa göre daha dar kapsamlı olan ve mahkumiyet hükmünü ortadan kaldırmayan memnu hakların iadesi hali, memuriyete girmeye evleviyetle engel olacaktır.
Yukarıda yer verilen bilgiler ışığında, memnu hakların iadesi kararının bazı kamu haklarından yoksun kılınmadan kaynaklanan ehliyetsizlikleri gelecek için ortadan kaldırarak ilgilisine, kullanılması men edilen belli hakları kullanma yetkisini verdiği kabul edilmekle birlikte anılan bu karar, 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 168. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılması yönünde mahkumiyet kararı bulunan davacıya 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48. maddesinde belirtilen '... affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak' şartını taşıma bakımından bir hak doğurmamaktadır.
Bu itibarla davacının 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48. maddesindeki şartları taşımadığından bahisle atamasının yapılmamasına ilişkin dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu anlaşıldığından davanın reddi yolundaki ısrar kararında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık bulunmamaktadır." [azınlık görüşünde Dairenin bozma gerekçesine uyulması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca hırsızlık suçundan mahkûmiyet bağlamında aynı yönde değerlendirmeler için bkz. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun, 27/6/2022 tarihli ve E.2012/1141, K.2022/2318 sayılı kararı.]
B. Uluslararası Hukuk
21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir."
22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında özel hayatın eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olduğu belirtmektedir. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramını AİHM oldukça geniş yorumlamakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve gerçekleştirmesi ve kişisel bağımsızlık kavramları özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alınmaktadır. (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, B. No: 55480/00, 59330/00, 27/7/2004, § 43; K.A. ve A.D./Belçika, B. No: 42758/98, 45558/99, 17/2/2005, § 83; Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002 § 61; Christine Goodwin/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28957/95, 11/7/2002, § 90).
23. AİHM, kural olarak ilgili kişinin mesleki yaşantısına getirilen bir kısıtlamayı Sözleşme'nin 8. maddesinin kapsamı içinde kabul etmektedir (Sodan/Türkiye, B. No: 18650/05, 2/2/2016, § 37). AİHM öncelikle mesleki hayatın kişiliğin geliştirilmesi üzerindeki etkisini tartışmış, mesleki hayata getirilen sınırlamaların bireyin yakın çevresiyle ilişkilerini geliştirmesi ve sosyal kimliğini şekillendirmesi üzerinde etki doğuracağını belirtmiş ve bu bağlamdaki müdahalelerin 8. maddenin kapsamına girebileceğini değerlendirmiştir. AİHM, bu konuya ilişkin her somut olay değerlendirmesinde özel hayat kavramının kapsamına ilişkin açıklamalarda bulunmuş; bu kavramın bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ile sınırlandırmayı ve dış dünyayı bu alandan tamamen uzak tutmayı hakkın koruma alanını aşırı şekilde sınırlayan bir yaklaşım tarzı olarak nitelendirmiştir (Fernández Martínez/İspanya [BD], B. No: 56030/07, 12/6/2014, § 109).
24. AİHM, Sözleşme'nin kamu görevlerine girme hakkını garanti etmediğini pek çok kararında belirtmiştir (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, § 46; Glasenapp/Almanya, B. No: 9228/80, 28/8/1986, § 49; Kosiek/Almanya, B. No: 359704/82, 28/8/1986, § 35; Thlimmenos/Yunanistan [BD], B. No: 34369/97 6/4/2000, § 41).
25. Bununla birlikte AİHM, kişilerin hem kamu sektöründe hem de özel sektörde oldukça geniş alanda iş bulmalarının engellenmesinin özel hayata saygı hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir (Sidabras ve Džiautas/Litvanya, §§ 48-50). Ayrıca yakın tarihli kararlarında, belirli bir mesleğe erişimin kamu makamlarınca engellenmesinin özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturacağını kabul etmiştir. (Bigaeva/Yunanistan, B. No: 26713/05, 28/5/2009, § 25; Şahin Kuş/Türkiye, B. No: 33160/04, 7/6/2016, § 34; Mateescu/Romanya, B. No: 1944/10, 14/1/2014, § 20). Başvuranın dış dünyayla ilişki kurmasını belirli bir derecede etkileyebilecek olan avukatlık, noterlik gibi kariyer mesleklere girişe ilişkin kısıtlamaların tartışmasız biçimde özel hayatın kapsamına girdiğini, bir mesleğe girişin istihdamı da kapsayabileceğini belirtmiştir (Mateescu/Romanya, § 20; Bigaeva/Yunanistan, § 24).
26. Öte yandan AİHM, mesleki hayatla ilgili başvuru türlerinde özel hayat kavramını iki farklı yaklaşıma göre uygulamaktadır: birincisi özel hayata ilişkin bir unsurun anlaşmazlık nedeni olup olmadığı (sebebe dayalı yaklaşım), ikincisi ise itiraz edilen tedbirin sonuçları bakımından özel hayata dokunan bir mesele olup olmadığı (sonuca dayalı yaklaşım) (Denisov/Ukrayna [BD], B. No: 2011/76639, 25/9/2018, §§ 100-103).
27. AİHM, kişinin meslek hayatını etkileyen bir tedbir için öne sürülen gerekçelerin kişilerin özel hayatına ilişkin olmadığı ancak söz konusu tedbirin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu durumların konu edildiği başvuruların sonuca dayalı yaklaşım kapsamında Sözleşme'nin 8. maddesinin kapsamına girebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda söz konusu olumsuz etkilere ilişkin değerlendirmede AİHM, kişinin yakın çevresi üzerindeki, özellikle de maddi bakımdan ortaya çıkan sonuçları, diğerleri ile ilişki kurma ve geliştirme olanakları ile itibarı üzerindeki olumsuzlukları dikkate almaktadır (Denisov/Ukrayna, § 107).
28. AİHM, sonuca dayalı yaklaşım uyarınca inceleme yapılabilmesi için söz konusu meslekle ilgili tasarrufun özel hayat üzerinde doğurduğu etkilerin belirli önem ve ciddiyette olması şartını aramakta; asgari ağırlık seviyesine ulaşmış olması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM, sadece bu sonuçların çok ağır olduğu ve kişinin özel hayatını önemli derecede etkilediği durumlarda Sözleşme'nin 8. maddesinin uygulanabilir olduğunu kabul etmektedir (Denisov/Ukrayna, §§ 113-116).
29. AİHM, sonuca dayalı yaklaşımı uyguladığı başvurularda iddia edilen ihlallerin ağırlık ve ciddiyet derecesini değerlendirmeye yönelik kıstaslar oluşturmuştur. Bu kapsamda başvurucunun söz konusu tedbir öncesi ve sonrasındaki yaşamı kıyaslanarak maruz kaldığı olumsuz etki değerlendirilmektedir. Ayrıca sonuçların ciddiyetinin belirlenmesinde başvurucunun iddia ettiği öznel algıların somut başvuruda mevcut nesnel koşullarla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra yapılacak inceleme iddia edilen tedbirin hem maddi hem de manevi etkilerini kapsamalıdır. AİHM, başvurucuların şikâyet edilen tasarrufun özel hayatları üzerindeki olumsuz sonuçlarını somut verilere dayalı olarak uygun şekilde ispatlamakla yükümlü olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca başvurucular söz konusu şikâyetlerini ulusal merciler önünde de uygun şekilde dile getirmiş olmalıdır (Denisov/Ukrayna, §§ 113-117).
30. Bununla birlikte AİHM, kariyer mesleklerinin konu olduğu sonuca dayalı yaklaşım incelemelerinde mesleğe giriş/iş seçmeye ilişkin sınırlamaları (sınav, staj gibi süreçlere katılımla), kişinin kendisine bir yön çizmesi ile idarenin tutumunun öngörülebilirliğine önem atfetmiştir. Bigaeva/Yunanistan kararına konu olayda Rus vatandaşı olan başvurucu, Yunanistan’a göç etmiş; bu ülkede oturma ve çalışma izni almıştır. Başvurucu, Atina’da hukuk fakültesinde eğitim görmüş; Atina Barosuna avukatlık stajı için kabul edilmiş ve on sekiz ay süreyle staj görmüştür. Başvurucunun bundan sonra avukatlık sınavı için Atina Barosuna yaptığı başvuru, Yunanistan vatandaşı olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. AİHM, başvurucunun avukatlık sınavına kabul edilmemesinin özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturduğunu belirtmiştir. Baronun başvurucuyu avukatlık stajına alıp avukat olarak atanacağı beklentisini oluşturduğunu ve staja kabulde başvurucunun Yunan vatandaşı olmamasını öne sürmediğini, başvurucunun zamanını ve kariyer planlarını avukat olmaya adadığını vurgulamıştır. Aradan on sekiz ay geçtikten sonra vatandaşlığı ileri sürülerek avukatlık mesleğine girmesinin engellenmesinin başvurucunun çalışma hayatını önemli şekilde etkilediğini ifade etmiştir. (Bigaeva/Yunanistan, §§ 18, 19; benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mateescu/Romanya, §§ 18-22).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Anayasa Mahkemesinin14/12/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
32. Başvurucu;
i. Hakkındaki mahkûmiyetin adil yargılama yapmadıkları için kapatılan devlet güvenlik mahkemelerince verilmiş bir karardan kaynaklandığını, ayrıca memnu hakların iadesine ilişkin mahkeme kararının ceza mahkûmiyetinden doğan bazı hakların kullanılmasına yönelik ehliyetsizlikleri geleceğe dönük olarak ortadan kaldırdığını vurgulamıştır. Memnu hakları iade edilmiş kişinin memuriyete alınma ehliyetini kazandığının kabul edilmesi gerektiğini, bu bağlamda 657 sayılı Kanun'da sayılan suçlardan mahkûm olanların memnu hakların iadesi hâlinde memur olarak atanabileceklerinin açık olduğunu belirtmiştir.
ii. 657 sayılı Kanun'un 48. maddesinde 2016 yılında KHK ile yapılan değişikliğin kendisi hakkında uygulanamayacağını, infazı tamamlanmış, arşivden silinmiş bir suç nedeniyle atamasının iptal edilmesinin hukuka uygun olmadığını iddia etmiştir. İlgili kararlarda KHK'ya atıf yapılmasının silahlı terör örgütü üyeliğiyle ilişkilendirilmek anlamına geldiğini belirtmiştir. Bireylerin meslekten çıkarılmalarının özel hayata müdahale olarak kabul edildiğini, özel hayata mesleki ilişkilerin de dâhil olduğunu, atamanın iptaliyle daha iyi çalışma koşullarından yoksun bırakıldığını, kamuda ve özel sektörde mesleğini yapmasının engellendiğini vurgulayan başvurucu, özel hayata saygı, adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Bakanlık görüşünde; idari işlemin sadece başvurucunun memurlukla ilişiğin kesilmesine yönelik olduğu, başka bir ekonomik faaliyette bulunamayacağı anlamına gelmediği, başvurucunun da somut olarak başka işlerde çalışamayacağına ilişkin bir iddiası olmadığı gözetildiğinde, şikâyet ettiği durumun özel hayatını ne dereceetkilediğini ortaya koyamadığı, bu nedenle özel hayatına bir müdahale olmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte derece mahkemesince başvurucunun iddialarının ilgili mevzuat hükümleri kapsamında ayrıntılı olarak değerlendirildiği vurgulanmıştır. Mahkeme kararından başvurucu hakkındaki hak yoksunluğunun memuriyete alınmadaki genel ve özel şartları düzenleyen özel bir kanun niteliğinde olan 657 sayılı Kanun'dan kaynaklandığı, affa uğramış olmanın ya da yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna başvurulmasının bu durumu değiştirmeyeceğinin anlaşıldığı ifade edilmiştir.
34. Başvurucu vekili; Bakanlık görüşüne karşı cevabında, başvurucunun hakkındaki hüküm infaz edilmiş ve buna ilişkin adli sicil kaydı silinmiş olmasına rağmen bu kayıtlara dayanılarak memurluktan ilişiğinin kesilmesi işleminin haksız olduğunu belirtmiştir. Kanun'a göre hekimlikten el çektirilen başvurucunun maddi ve manevi olarak zor duruma düştüğünü ancak geçici işlerde çalışabildiğini, müdahalenin başvurucunun özel hayatına ve saygınlığına telafisi güç zararlar verdiğini vurgulamıştır. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra 7/4/2021 tarihli ve 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu'nun 3. maddesine göre hekim olarak atanacaklarla ilgili sadece arşiv araştırması yapılabileceğinin düzenlendiğini, başvurucunun ise atanmasına engel bir arşiv kaydının olmadığını ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
35. Anayasa’nın "Özel hayatın gizliliği" kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ... saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine dokunulamaz."
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
37. Kişilerin mesleki hayatlarının onların özel hayatlarıyla sıkı bir irtibatının olduğu ve meslek hayatına yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin söz konusu olduğu dava süreçlerinde özel hayata saygı hakkının gündeme geldiği yadsınamaz. Bununla birlikte öncelikle bu tür işlemlerin mesleki hayata yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin hangi durumlarda özel hayat kapsamında görülmeye uygun olduğu veya başvuru konusu edilen uyuşmazlıkların hangilerinin bu bağlamda uygulanabilir kabul edileceği hususlarında ölçütler belirlenmesi ve bu ölçütler dikkate alınarak değerlendirmeler yapılması gerekmektedir (C.A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, § 88).
38. Somut başvurunun da bu yönüyle ele alınması ve yapılacak değerlendirmeler neticesinde özel hayata saygı hakkının uygulanabilir olduğu sonucuna ulaşılması durumunda başvurucunun tüm iddialarının özel hayata saygı hakkı bağlamında incelenmesi gerektiği değerlendirmiştir.
1. Uygulanabilirlik Yönünden
a. Genel İlkeler
39. Anayasa Mahkemesi; önceki birçok kararında özel hayata saygı hakkının kişinin çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını içerdiğini, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına aldığını ve kişilerin mesleki hayatlarının özel hayatlarıyla sıkı bir ilişki içinde olduğunu sıklıkla vurgulamıştır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, özel hayata saygı hakkının -daha ziyade özel hayata ilişkin hususların- kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı durumlarda bunun gözönünde bulundurulduğuna ilişkin değerlendirmeler yapmıştır (K.Ş., B. No: 2013/1614, 3/4/2014, § 36; Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 37; Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 62; Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 31; Ö.Ç., B. No: 2014/8203, 21/9/2016, § 50; Haluk Öktem [GK], B. No: 2014/13433, 13/10/2016, § 27; E.G. [GK], B. No: 2014/12428, 13/10/2016, § 34; C.A. (3), § 90).
i. Nedene Dayalı Uygulanabilirlik
40. Anayasa Mahkemesinin özel hayata dair hususların kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı durumlarda özel hayata saygı hakkının uygulanacağına ilişkin bu yaklaşımı, hakkın koruduğu değer olan özel hayatın bu kavrama ilişkin sebepler dolayısıyla ele alındığını göstermektedir. Gerçekten de dış dünya ile irtibat kurulmasında önemli bir işlevi olan mesleki hayata özel hayata ilişkin birtakım nedenlerle müdahalede bulunulması ya da özel hayata ilişkin unsurlar gerekçe gösterilerek kısıtlayıcı yönde tedbirler alınması, bu kapsamdaki uyuşmazlıkların özel hayat kapsamında ele alınması bakımından yeterlidir. Zira özel hayatlarına ilişkin nedenlerle kişilerin mesleki hayatlarına yönelen müdahalenin ya da bu kişiler hakkında gerçekleştirilen eylem veya idari ya da adli işlemlerin onların özel hayat alanlarını etkileyeceği açıktır (C.A. (3), § 91).
41. Kaldı ki kişilerin sosyal hayatlarının önemli bir parçasını oluşturan mesleki hayatları hakkında özel hayata ilişkin nedenlerle müdahalelerde bulunulması veya tedbirler alınması hâli özel hayat kavramı içinde evleviyetle değerlendirilmeye uygundur. Kişinin dış aleme yansıtmadığı özel hayatına ilişkin davranışları esas alınarak atama işlemine tabi tutulması ya da meslekten çıkarılması hâlleri bu duruma örnek gösterilebilir. Bu çerçevede özel hayata dâhil bir unsura yani nedene dayalı olarak gerçekleştirilen müdahalelerin ya da alınan tedbirlerin özel hayata saygı hakkı yönünden uygulanabilir olacağı hususu tartışmasızdır (C.A. (3), § 92).
ii. Sonuca Dayalı Uygulanabilirlik
42. Öte yandan özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanmayan ve kişilerin mesleki hayatlarına yönelik müdahaleler ya da tedbirler içeren her durumun doğrudan doğruya özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu türden müdahalelerin konu olduğu süreçler özel hayata saygı hakkının incelenmesini ve güvencelerinin harekete geçirilmesini sağlamaya elverişli olmalıdır. Mesleki hayata yönelik olarak gerçekleştirilen müdahalelerin ya da alınan tedbirlerin kişilerin sosyal yaşamlarına ve çevreleriyle kuracakları iletişime, dolayısıyla özel hayatlarına dolaylı da olsa bir etkisinin olacağı öngörülebilir olsa da bu kapsamdaki gerçekleşmiş ya da gerçekleşmesi muhtemel etkinin meselenin özel hayata saygı hakkı kapsamında ele alınmasını gerekli kılacak ölçüde ciddi ve asgari bir ağırlık düzeyinde olduğunun ortaya konulması gerekir. Ağırlığın belirlenmesi ise her somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak ve başvurucuların ortaya koyacakları değerlendirilebilecek mahiyetteki iddia ve deliller irdelenerek gerçekleştirilebilir (C.A. (3), § 93).
43. Bu çerçevede özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanılmaksızın mesleki hayata yönelen müdahalelerin ya da tedbirlerin özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için muhataplarının özel hayatları üzerine ciddi etkide bulunması veya bu düzeyde bir etkinin doğmasının muhtemel olması gerekir. Bu türden bir meselenin özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenmesini gerekli kılan asgari ağırlık düzeyinde olup olmadığının değerlendirilmesinde şu hususlar dikkate alınmalıdır (C.A. (3), § 94):
i. Kişinin iç dünyasında meydana gelen etkinin derecesi
ii. Kişinin sosyal çevresinde ve itibarında meydana gelen etkinin derecesi
iii. Kişinin mesleğine -ilişkin nesnel nitelikleri dikkate alındığında- muhatap olduğu müdahalenin ya da tedbirin neden olacağı etkinin ya da zararın derecesi
iv. Etkinin ya da zararın ne derecede ikna edici açıklamalarla ortaya konulduğu ve delillendirildiği
v. Mesleki hayata yönelik müdahalelerin ya da tedbirlerin nedenleri
44. Söz konusu ağırlık düzeyi belirlenirken muhatap kişilerde meydana gelen veya gelebilecek olan üzüntü, endişe, gelecek kaygısı ya da korku gibi duyguların özel hayatlarına olan somut etkileri ve yansımaları dikkate alınacağından bu hususlarda yeterli, ikna edici açıklamalarda bulunulması ve iddiaların delillendirilmesi gerektiği hususu, önemi dolayısıyla yeniden vurgulanmalıdır (C.A. (3), § 95).
45. Ayrıca her iki uygulanabilirlik ölçütü açısından da geçerli olacak şekilde, söz konusu iddiaların -uygulanabilirliğinin değerlendirilebilmesi için- bireysel başvuru yolundan önce tüketilmesi gereken idari ya da yargısal süreçlerde ileri sürülmüş olması gerektiği de hatırlatılmalıdır (C.A. (3), § 96).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
46. Başvurucu, başvuru formunda ve Bakanlık görüşüne cevabında kamu görevinden çıkarılmasının özel hayatına etkisi bağlamında bazı açıklamalar yapmıştır. Başvurucu; AİHM kararlarına atıf yaparak özel hayat kavramının sadece bireyin kişisel hayatını kendi seçtiği gibi ve dış dünyanın müdahalelerinden uzak yaşamayı kapsamadığını, aynı zamanda bireyin profesyonel ve mesleki ilişkileri dâhil olmak üzere mesleki faaliyetlerini de içerdiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda kamu görevinden çıkarılmasının özel hayatına müdahale teşkil ettiğini, özel sektörde iş bulmakta zorlandığını, geçici işlerde çalışmak zorunda kaldığını, kamudan çıkarılmasında olağanüstü hâl sürecinde yürürlüğe giren bir KHK'ya dayanılmasının yasa dışı örgütle ilişkilendirme anlamını taşıdığını vurgulayarak kamudan çıkarılması suretiyle daha iyi koşullarda çalışma koşullarından da mahrum kaldığını belirtmiştir. Başvurucunun benzer nitelikteki iddialarının derece mahkemelerinde de ileri sürdüğü görülmüştür.
47. İddialar bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde somut olayda, göreve son verilme işleminin başvurucunun özel hayatına ilişkin bir nedene dayanmadığı söylenebilir. Bu durumda idari işlemin -sonuca dayalı yaklaşım kapsamında- başvurucunun özel hayatına etkisi önem kazanmaktadır. Öncelikle özellikle bazı kariyer mesleklerinde (avukatlık, noterlik, doktorluk vb.) sosyal çevrenin, mesleki ilişkilerin ve dış dünyayla ilişki kurmanın mesleğin ifasının gereği önem arz ettiği vurgulanmalıdır. Bu bağlamda AİHM kararları da gözetildiğinde (bkz. §§ 26, 30) anılan meslek grupları yönünden getirilecek sınırlamanın özel hayata etkisinin tespitinde mesleğin açıklanan niteliği de gözetilerek değerlendirilme yapılması gerektiği anlaşılmıştır. Özellikle kişilerin mesleğin ifası bağlamında kariyer planlarına ilişkin iradelerinin anlaşıldığı ve bu iradeye müdahale edildiği durumlarda sonuca dayalı yaklaşım bağlamında -somut olayın kendine özgü koşullarına göre- aranan asgari eşiğin sağlandığının kabulü gerekebilir.
48. Bu açıklamalar kapsamında anılan kararda belirtilen ilkeleri de (bkz. §§ 39-45 ) dikkate alarak bir değerlendirme yapmak gerekir. Bu bağlamda öncelikle doktorluk mesleğinin kendine özgü sosyal çevre ile mesleki ilişki gerektiren bir kariyer mesleği olduğu söylenebilir. Ayrıca tıp fakültesini bitirdikten sonra başvurucunun kamu görevlisi olmak için atama kurasına katıldığı, ataması iptal edilene kadar devlet memuru olarak görev yaptığı gözetildiğinde başvurucunun iradesinin mesleğini kamuda ifa etmek olduğu ve bu yönde bir kariyer planlaması yaptığı somut olaydan anlaşılmaktadır. İdarenin kamu görevlisi olarak atama yapması ile de başvurucunun anılan kariyer planına bağlı beklenti oluşturması, sahip olduğu statü çerçevesinde mesleki ilişkiler ve sosyal çevre oluşturması da hayatın olağan akışına uygundur.
49. Bununla birlikte başvurucunun eski bir mahkûmiyetine dayanılarak dâhil olduğu statünün sona erdirildiği ve mesleğini kamuda icra etmesinin süresiz olarak engellendiği dikkate alındığında çevresinde yasa dışı örgüt ile ilişkili görülmesi nedeniyle sosyal çevre ve mesleki ilişkilerinin olumsuz etkilenebileceğinin kabulü gerekir. Ayrıca başvurucunun daha iyi koşulları olduğunu kabul ettiği kamuda çalışmaktan süresiz olarak mahrum bırakıldığı, geçici işlerde çalışmak zorunda kaldığı yönündeki iddiaları gözetildiğinde mesleki hayata yönelik sınırlamanın başvurucunun özel hayatını ciddi şekilde etkilediği ve bu etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı anlaşılmıştır. Bu açıklamalar kapsamında başvurucunun iddialarının bir bütün olarak özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu kabul edilmiştir.
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
51. Doktor olarak devlet memurluğuna atanan başvurucunun atamasının İdare tarafından iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu sonucuna varılmıştır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
52. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
53. Yukarıda belirlenen müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 20. maddesini ihlal edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru amaç taşıma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama kriterlerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halil Berk, B. No: 2017/8758, 21/3/2018, § 49; Süveyda Yarkın, B. No: 2017/39967, 11/12/2019, § 32; Şennur Acar, B. No: 2017/9370, 27/2/2020, § 34; R.G. [GK], B. No: 2017/31619, 23/7/2020, § 82).
i. Kanunilik
54. Anayasa uyarınca temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların öncelikle kanunla öngörülmesi gerekir. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre de Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan kanunilik ölçütünün karşılanması için müdahale şekli anlamda bir kanuna dayanmalıdır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31; Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 75; Fatih Saraman [GK], B. No: 2014/7256, 27/2/2019, § 65; Turgut Duman, B. No: 2014/15365, 29/5/2019, § 66; Tamer Mahmutoğlu, § 103).
55. Bununla birlikte temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir. Kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu noktada kanunun niteliği önem kazanmaktadır. Kanunla sınırlama ölçütü sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte; böylece uygulayıcının keyfî davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de yardımcı olmakta; bu yönüyle hukuk güvenliği teminatı sağlamaktadır (Halime Sare Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 62; Fatih Saraman, § 66; Turgut Duman, § 67; Tamer Mahmutoğlu, § 104).
56. Nihayetinde söz konusu koşulların yerine getirilip getirilmediğini denetleyecek merci olan yargı organları, müdahalelere dayanak olarak gösterilen kanuni düzenlemelerin erişilebilir, öngörülebilir ve kesin nitelikte olup olmadığını irdelemekle, en başta da ilgili kanuni düzenlemeleri önlerine gelen davalarda anılan çerçevede kalarak uygulamakla yükümlüdür (Tamer Mahmutoğlu, § 108).
57. Dolayısıyla bir uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının ve özellikle müdahalenin kanuni dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Derece mahkemelerinin özel hayata saygı hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğu ifade edilen hükümlerle ilgili olarak geliştirdiği yorumların isabetli olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte derece mahkemelerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çeliştiği veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde özel hayata saygı hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür. (ifade hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkı yönünden benzer değerlendirme için bkz. Hüseyin Ercan, B. No: 2018/11352, 8/9/2021, § 36; Fevzi Kayacan (4), B. No: 2018/350, 27/7/2022, § 30; Ziya Özden, B. No: 2016/67737, 19/11/2019, § 59).
58. Başvuru konusu olayda idari işlemin 657 sayılı Kanun'un 48. ve 98. maddelerine dayandığı yargı makamlarının 5352 sayılı Kanun'un 13/A maddesini de gözeterek anılan Kanun maddelerini yorumladığı görülmüştür. Derece mahkemesi kararı ve aynı konudaki Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararları birlikte değerlendirildiğinde belli suçlardan mahkûm olmamanın 657 sayılı Kanun'un 48. maddesinde memurluğa alınacaklarda aranan genel bir şart olarak belirlendiği, memnu hakların iadesi kararının mahkûmiyeti değil mahkûmiyete bağlı hak yoksunluklarını geleceğe dönük olarak ortadan kaldırdığı yorumundan hareket edildiği anlaşılmıştır. Sonuç olarak anılan kararlarda uyuşmazlığın esasına ilişkin, memurluğa alımın bazı suçlardan mahkûm olmamak şartına bağlandığı, memnu hakların iadesinin bu şartı kaldıracak nitelikte bir hak doğurmadığı vurgulanmıştır.
59. Bu bağlamda 657 sayılı Kanun'un 48. maddesinde yer alan "Türk Ceza Kanununun 53. maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile;... ya da affa uğramış olsa bile... suçlarından mahkûm olmamak." şeklindeki düzenleme dikkate alındığında kanun koyucunun bazı suçlardan mahkûmiyeti doğrudan devlet memurluğuna engel hâl olarak düzenlediği, ayrıca mahkûmiyeti ortadan kaldırmayan durumların, hak yoksunluklarına bağlanan sürelere ve affa ilişkin vurgudan, bu şarta etkisinin olmayacağı da anlaşılmaktadır. Bu durum gözetildiğinde yargı makamlarının yorumlarının anılan Kanun'un lafzıyla çeliştiği, keyfilik içerdiği ve bireyler tarafından öngörülemez olduğu söylenemez.
60. Bu açıklamalar çerçevesinde somut olayda başvurucunun özel hayata saygı hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu, yargısal kararların yeterli bir hukuki temele sahip olduğu görülmüştür.
ii. Meşru Amaç
61. Anayasa'nın 13. maddesi temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını, ilgili hak ve özgürlüğe ilişkin Anayasa maddesinde gösterilen özel sınırlandırma sebeplerinin bulunmasına bağlı kılmıştır. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrası yönünden ise özel sınırlama nedeni düzenlenmemiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber bu sebepler sadece arama ve elkoyma tedbirlerine yöneliktir. Dolayısıyla bu sebeplerin özel hayata saygı hakkının tüm boyutları yönünden uygulanması mümkün görünmemektedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013; Ahmet Çilgin, B. No: 2014/18849, 11/1/2017, § 40).
62. Anayasa'nın 20. maddesinde özel hayata saygı hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte söz konusu hakkın hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Anayasa'nın 12. maddesinde düzenlendiği üzere temel hak ve hürriyetler kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder. Bu bağlamda özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu sonucuna ulaşılabilmektedir. Ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Buna göre Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2014/87, K.2015/112, 8/12/2015; E.2016/37, K.2016/135, 14/7/2016, § 9; E.2013/130, K.2014/18, 29/1/2014; Ahmet Çilgin, § 39). Bir başka deyişle temel hak ve özgürlüklerin kapsamının objektif uygulama alanının her bir norm yönünden bağımsız olarak değil Anayasa’nın bütünü içindeki anlama göre belirlenmesi gerekir (AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, § 12).
63. Anayasa'nın 5. maddesinde ise "Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." denilmektedir. Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak devletin temel amaç ve görevlerindendir (Ö.N.M., B. No: 2014/14751, 15/2/2017, § 71). Kişinin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamanın ön koşulu millî güvenliğin ve kamu düzeninin tesisidir. Millî güvenliğin ve kamu düzeninin sağlanmadığı bir ortamda hak ve özgürlüklerden gereği gibi yararlanılması, kişinin özel hayatına saygı gösterilmesi mümkün değildir. Bu kapsamda devletin hak ve özgürlükleri koruma ödevinin yanında millî güvenliği ve kamu düzenini sağlama görevi de bulunmaktadır (Ö.N.M., § 72).
64. Özellikle kamu gücünü kullanan kuruluşların millî güvenliğin ve kamu düzeninin korunması ile kamu hizmetinin sürdürülebilirliğinin sağlanması amacını taşıdıkları durumlarda takdir yetkilerinin daha geniş olduğu söylenebilir. Dolayısıyla özel hayata saygı hakkına müdahale teşkil eden mesleğe ilişkin tedbirlerde millî güvenliğin ve kamu düzeninin korunmasının, kamu hizmetinin sürdürülebilirliğinin sağlanmasının hakkın doğasından kaynaklanan bir sınırlandırma nedeni olarak kabul edilebileceği değerlendirilmektedir (Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, § 122). Bu bağlamda somut olayda bazı suçlardan mahkûm olanlar yönünden kamuda çalışma yasağının öngörülmesi ve bu kapsamda başvurucunun mesleğini kamu bünyesinde icra etmesine yönelik müdahalenin -başvurucunun hüküm giydiği suçun niteliği de gözetildiğinde- söz konusu sınırlama nedenlerine dayandığı ve bu suretle meşru amaç unsurunu taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
65. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir. Açıktır ki bu başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın amacı ile bu amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişki üzerinde temellenen ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş olmakla birlikte bu iki kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir ilişki vardır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 45).
66. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (Ferhat Üstündağ, § 46).
67. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir (Ferhat Üstündağ, § 46).
68. Buna göre özel hayata saygı hakkına yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
69. Kamu görevlilerinin atanma ve nakillerine ilişkin esasların belirlenmesi hususunda kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır. Kanun koyucuya tanınan takdir yetkisinin amacı kamu hizmetlerinin kesintisiz bir şekilde yürütülmesini temin etmektir. Öte yandan Anayasa'nın 129. maddesinin birinci fıkrasında "Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler." denilmiştir. Kamu görevlilerinin Anayasa'ya ve kanunlara sadakat yükümlülüğünün kamu hizmetlerinin devamlılığının ve belli bir disiplin içinde yürütülmesinin sağlanmasıyla yakından ilgili olduğu açıktır (Namet Sevinç, B. No: 2015/9155, 10/1/2019, § 42).
70. Kamu görevlilerinin sadakat, tarafsızlık ve devlete bağlılık yükümlülüğü çerçevesinde devleti temsil eden kişiler olduğu da gözetildiğinde kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından bazı nitelikler aranması ve atama için aranan niteliklerin görev sırasında kaybedilmesi hâlinin yaptırıma bağlanmasının anılan takdir yetkisi kapsamında kaldığı ve kamu hizmetinin etkin, sağlıklı ve tarafsız bir biçimde yürütülmesi ile millî güvenliğin sağlanması amacına hizmet ettiği söylenebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. A.K., B. No: 2015/10298,7/3/2019,§ 52).
71. Somut olayda memurluğa atanma ve memurluktan çıkarılma şartlarının düzenlendiği 657 sayılı Kanun'un devlet memurluğuna atanma şartlarına ve iptaline ilişkin 48. ve 98. maddeleri idari işlemlerin yapıldığı tarihteki hâli ile incelendiğinde; devlet memurluğuna alınacaklarda tahdidi olarak sayılan suçlardan mahkûm olmama şartı arandığı ve kişinin memurluğa alınma şartlarından herhangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması durumunda da memurluğunun sona ereceğinin düzenlendiği görülmüştür. Ayrıca kanun koyucunun 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinde hak yoksunluğu için belirlenen sürenin geçmiş veya affa uğramış olsalar bile devlet memuru olamayacaklarını düzenleyerek sayılan suçlardan mahkûm olanlar yönünden süresiz hak yoksunluğu öngördüğü söylenebilir. Anılan düzenlemenin ve memur olma şartlarının kanun koyucunun kamu görevlilerinin atanma hususundaki takdir yetkisi kapsamında olduğu ve memur olarak atanmak isteyen kişilerin başvuru tarihi itibarıyla Kanun'da aranan nitelikleri sağlaması gerektiği anlaşılmıştır.
72. Bununla birlikte, anılan Kanun maddesinde memurluğa engel olarak görülen mahkûmiyetin sadece kamu hizmetinin niteliğini etkileyebilecek bazı suçlarla sınırlandığı ve genel bir yasak hâlinin söz konusu olmadığı görülmüştür. Ayrıca başvurucunun kamu görevlisi olarak atandığı tarihte meri kanun da aranan şartları sağlar nitelikte olması ve görevi süresince de bu nitelikleri kaybetmemesi kamu hizmetinin etkin ve tarafsız bir şekilde yürütülmesi amacının da bir gereğidir. Anılan mevzuatta devlet memuru olmaya engel olarak sayılan suçlar arasında anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçların da yer aldığı, başvurucunun da anılan suçtan mahkûm olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar başvurucu, hakkında memnu hakların iadesine karar verildiğini vurgulamış ise de memnu hakların iadesinin mahkûmiyet hükmüne etkisinin olmadığı ancak bir hak yoksunluğunu ortadan kaldırabileceği bununla birlikte doğrudan devlet memuru olma hakkı vermediği yargı kararlarında da belirtilmiştir.
73. Ayrıca başvurucunun da anılan Kanun maddesinde sayılan suçlardan mahkumiyetin, memnu hakların iade edilmesine rağmen özel sektörde de doktor olarak çalışmaya engel olduğuna veya maruz kaldığı idari işlemin etkileri nedeniyle mesleki gelişimin engellediğine ya da özel sektörde çalışamadığına dair bir delillendirme yapmadığı görülmüştür. Bununla birlikte başvurucunun İdare tarafından özel sektörde çalışma yasağı içeren bir karar alındığına dair bir iddiasının bulunmadığı, somut olaya konu idari işlemin özel sektörde çalışmayı engelleyen bir içeriğinin olduğunu da ortaya koyamadığı vurgulanmalıdır. Bu durumda yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde başvurucunun doktor olarak atanmasından yaklaşık yedi ay sonra, atama tarihi itibarıyla geçerli olan Kanun'da belirlenen kamu görevlisi olarak atanma şartlarını taşımadığının tespit edilmesi üzerine atamanın iptal edilmesinin -başvurucunun devlet görevlisi olarak çalıştığı süre ve özel sektörde çalışma imkânının olması hususları da gözetildiğinde- demokratik toplum gereklerine uygun ve ölçülü olmadığı söylenemez.
74. Bunun yanında mahkeme sürecinde başvurucunun katılımı ve savunması ile delillerini sunması sağlanmak suretiyle özel hayata saygı hakkının gerektirdiği usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmış olduğu görülmüştür. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM ve Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM ve Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/12/2022 tarihinde karar verildi.