Somut olayda başvurucu hakkında işvereni şüphe feshine götüren olgu, fesih bildiriminden net bir şekilde anlaşılamamıştır. İşveren, yargılama sürecinin devamında 667 sayılı KHK kapsamında birtakım tedbirlere başvurulduğunu belirtmekle yetinmiştir. Ceza soruşturması sonucunda ise çeşitli kurumlar ile yapılan yazışmalar ve araştırmalar neticesinde Başsavcılık, başvurucunun 17/25 Aralık 2013 tarihi öncesinde Bank Asyada çalışma kaydı ve hesabının bulunduğunu ancak hesap hareketliliğinin olmadığını, başkaca bir delile de rastlanmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Öte yandan Yargıtay yaptığı temyiz incelemesinde, Başsavcılığın kovuşturmaya yer olmadığı kararına rağmen başvurucunun çalışma kaydına değinerek fesih için yeterli şüphenin oluştuğunu ifade etmiştir.
Dava dosyasına gönderilen belgeler ve başvurucunun savunması incelendiğinde mesleki hayatına ilişkin sadece yaklaşık on yıl önce, 2004-2007 yılları arasında bugünkü adıyla Bank Asya olan Asya Finansta müfettiş ve müdür yardımcısı olarak çalıştığı tespit edilmekle beraber çalıştığı dönemde yahut devam eden süreçte FETÖ/PDY ile mesleki pozisyonu dışında ne gibi bir örgütsel bağ kurduğu hususunda hiçbir değerlendirme yapılmadığı görülmüştür. Nitekim başvurucu da yıllar öncesine dayanan çalışma kaydının örgüt ile irtibatına dair bir gösterge olamayacağını zira Bank Asya'ya yönelik bu dönemde örgütsel bir tespitte bulunulmadığı gibi kendisinin de örgüt ile hiçbir bağlantısı olmadığı için bu durum ile ilgili bilgi sahibi olmasının mümkün olmadığını ileri sürmüştür.
Başvuruya konu olaya ilişkin yukarıda yapılan tüm incelemeler neticesinde ilgili mevzuat, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi içtihadı da dikkate alındığında başvurucunun iddia ve itirazlarının yargılamanın esasına temas eden ve davanın sonucu değiştirebilecek nitelikte olduğunu söylemek mümkündür. Bu kapsamda derece mahkemelerinden beklenen; başvurucu ile FETÖ/PDY arasındaki bağlantıyı gösteren somut, kişisel ve güncel sebepleri gerekçeli kararda ayrıntılı bir şekilde ortaya koyması, davanın reddi sonucuna götüren sebepleri net bir şekilde karara yansıtmasıdır.
Dolayısıyla gerekçeli kararda; işveren yönünden başvurucu ile aralarındaki güven ilişkisinin sarsılmasına neden olan olay ve olgulara dair yeterli inceleme ve araştırmanın yapılmadığı, başvurucunun yargılamanın esasına tesir eder nitelikteki iddia ve itirazlarının incelenmediği ve bu iddiaların karşılanmadığı görülmüştür. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
(Başvuru Numarası: 2019/2491)
Karar Tarihi: 21/12/2022
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ1. Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 18/1/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç
6. 1976 doğumlu olan başvurucu, 2012 yılından itibaren Türkiye Halk Bankası A.Ş. (Kurum) nezdinde şube müdürü olarak çalışmaya başlamış; en son İstanbul'un Ataşehir Mozaik Çarşı Şubesinde görev yapmakta iken 29/7/2016 tarihi itibarıyla iş akdinin feshine karar verilmiş ve 3/8/2016 tarihinde ihbarname kendisine tebliğ edilmiştir. Kurum, fesih ihbarnamesinde 15/7/2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünün akabinde kabul edilen 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'de (667 sayılı KHK) belirtilen hükümler doğrultusunda birtakım önlemler alınması gerektiğini belirtmiştir. Buna göre başvurucunun performans düşüklüğü, çalışmalarında ve davranışlarında görülen olumsuzluk ve yetersizlik yahut çeşitli muhtemel risk doğurucu sakıncalardan dolayı iş akdinin feshedildiğini ifade etmiştir.
7. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle Kurum aleyhine 31/8/2016 tarihinde dava açmıştır. İstanbul Anadolu 16. İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde, 2004-2007 yılları arasında şimdiki adıyla Bank Asya olan Asya Finansta müfettiş ve müdür yardımcısı olarak çalıştığını, 2007-2012 yılları arasında Kuveyt Türk'te şube müdürü olarak çalışmakta iken 2012 yılında davalı Kurumdan aldığı teklif üzerine buraya transfer olduğunu ve şube müdürü olarak göreve başladığını belirtmiş; performansının yüksek olması nedeniyle en son Mozaik Çarşı Şubesinde görevlendirildiğini belirtmiştir. Ne eğitim hayatında ne meslek hayatında ne de özel hayatında Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile irtibatının olduğunu ifade eden başvurucu; çalıştığı dönemde Bank Asya ile ilgili olarak örgütsel hiçbir isnat yahut ithamın bulunmadığını, kendinin de örgüt ilişkisi noktasında bilgi sahibi olmadığını belirterek davanın kabulü ile işe iadesini talep etmiştir.
8. Davalı Kurum 7/10/2016 tarihli cevap dilekçesinde, 667 sayılı KHK kapsamında, ilgili birimleri tarafından yapılan inceleme, araştırma, soruşturma ve değerlendirmeler neticesinde başvurucunun iş akdinin feshedildiğini belirtmiştir. 667 sayılı KHK gereği başvurucunun belirtilen etik ilkelere uyumlu davranmadığını ileri süren Kurum, darbe teşebbüsü akabinde önlem alınması gereken sakıncalar gözetilerek başvurucunun işe devam etmesinin uygun görülmediğini ifade etmiştir.
9. Mahkeme, 2/2/2017 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Davacının iş akdi FETÖ/PDY terör örgütüne üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğundan bahisle yani Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname doğrultusunda feshedilmiş olduğundan gerek bu işlemin gerekse de dayanağı işlemin yargısal denetiminin mahkememizin yetki ve görevi kapsamında olmadığı özetle dava şartlarının mevcut olmadığı kanaatine varılarak işin esasına girilmeksizin açılan davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir."
10. Başvurucu, gerekçeli karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; FETÖ/PDY ile ilgisinin olmadığını, tamamen keyfî bir şekilde işine son verildiğini ileri sürmüştür. Davalı Kurum ise cevap dilekçesinde önceki iddialarını tekrar etmek suretiyle fesih işleminin ve mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirtmiştir.
11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 32. Hukuk Dairesi 13/7/2017 tarihli kararıyla ile Mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına, davanın kabulü ile başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şöyledir:
"...Gerek Disiplin Komitesi Kararı ve ekindeki listede gerekse bu karara dayalı olarak düzenlenen fesih bildiriminde, davacının iş akdinin olağanüstü hal döneminde çıkarılan KHK' ya bağlı olarak feshedildiğine yönelik bir açıklama mevcut değildir. İşveren, fesih bildiriminde ileri sürmüş olduğu fesih sebebi ile bağlı olup sebep bildirmemesine ya da bildirdiği sebebi değiştirmesine hukuken olanak yoktur. Bu koşullar altında, geçerli bir fesih işleminden söz edilemeyeceğinden; davacının işe iadesine karar vermek gerekirken davanın reddedilmesi usul ve yasaya aykırı olup davacı vekili tarafından ileri sürülen istinaf sebepleri bu yönü itibariyle yerinde görülmüştür."
12. Davalı Kurum, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme neticesinde 5/11/2018 tarihli karar ile gerekçeli kararın bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın kesin olmak üzere reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"...Temyiz aşamasında Dairemiz’in 28.03.2018 tarih, 2017/26140 Esas, 2018/6919 Karar sayılı ilamı sonrası gelen davacının şüpheli sıfatıyla hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından yürütülen 2016/ 147961 soruşturma numaralı dosyada Bank Asya’da 17/ 25 Aralık 2013 öncesi dönemde çalıştığına dair SGK kaydının bulunduğu, hakkında kovuşturma yer olmadığına karar verildiği tespit edilmiştir.
Her ne kadar davacı hakkında ceza soruşturması neticesinde 'kovuşturmaya yer olmadığında' karar verilmiş ise de; davalı savunmasına göre davacının FETÖ/PDY ile ilgi, iltisak ya da irtibatı bulunduğu konusunda davalı işveren açısından şüphe feshini gerektirir yeterli delil olduğu, terör örgütü ile irtibat veya iltisakı bulunduğuna dair şüphe bulunan bir işçiyi çalıştırmaya devam etmenin, davalı işverenden beklenemeyeceği feshin, şüphe feshinin şartlarını taşıdığı ve geçerli nedene dayandığı anlaşıldığından, davanın reddi gerektiğinden, 4857 sayılı İş Yasasının 20/3. maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir."
13. Nihai karar 24/12/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 18/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç
15. Başvurucu ile ilgili olarak 19/7/2016 tarihinde Uzunköprü İlçe Emniyet Müdürlüğüne bir ihbarda bulunulmuş ve Uzunköprü Halk Bankasının müdürü olan başvurucunun örgüt mensubu olduğu ve mal varlığının araştırılması gerektiği iddia edilmiştir.
16. İhbar üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) yürüttüğü soruşturmada başvurucunun örgütle irtibat yahut iltisakına ilişkin olarak çeşitli kurumlarla yazışarak bilgi toplama yoluna gitmiştir. Bu kapsamda başvurucunun ByLock kullanıcısı olmadığı, örgütün tepe yönetimi ile irtibatına rastlanmadığı, FETÖ/PDY iltisaklı ve irtibatlı herhangi bir vakfa ya da derneğe üyeliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun Bank Asyada hesabının olduğunu ancak bu hesapta örgüt talimatı üzerine artış gösteren bir hareketlilik bulunmadığını, öte yandan 17/25 Aralık 2013 öncesi dönemde Asya Bank A.Ş. bünyesinde çalıştığına dair Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kaydı olduğunu belirtmiştir.
17. Başsavcılık yaptığı incelemeler neticesinde 8/2/2018 tarihinde başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Şüpheli ile ilgili yukarıda açıklanan şekilde toplanan delillerden, şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kamuoyunda cemaat/hizmet hareketi olarak bilindiği 17/25 Aralık 2013 öncesi döneme ait Asya Bank A.Ş'de çalışmalarına dair SGK kaydı dışında örgüte üye olduğunu, örgütle organik bağının devam ettirdiğini (Şüphelinin son çalıştığı yerin Halkbankası Istanbul Mozaik Çarşı Şubesi Müdürlüğü olduğu da dikkate alındığında) gösterir herhangi bir delile ulaşılamaması karşısında, şüpheli hakkında bu aşamada FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma iddiası ile ilgili takipsizlik kararı verilmesi gerektiği anlaşılmakla;
Açıklanan nedenlerle şüpheli hakkında KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..."
IV. İLGİLİ HUKUK
A. İlgili Mevzuat
18. İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-25.
B. Yargıtay Kararları
19. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır."
20. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:
"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..."
21. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.
Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Anayasa Mahkemesinin 21/12/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
23. Başvurucu; işe iade talebiyle başlatılan yargılama neticesinde varılan sonucun hakkaniyete aykırı olduğunu, iş akdinin kanunlarda öngörülen usule riayet edilmeksizin feshedildiğini, iddia ve itirazlarının incelenmediğini, yeterli araştırmanın yapılmadığını belirtmiştir. Hakkında yürütülen soruşturmanın ifadesi dahi alınmadan kapatıldığını, ancak Yargıtayın buna rağmen davanın reddine karar verdiğini belirten başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Bakanlık görüşünde Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıf yapılarak gerekçeli karar hakkının tarafların tüm iddia ve itirazlarının karşılanması anlamına gelmediği, hukuk kurallarını ve somut olayı yorumlama yetkisinin derece mahkemelerine ait olduğu, iş akdinin 667 sayılı KHK dikkate alınarak ve olağanüstü hâl koşullarında feshedildiği, başvurucunun şikâyetlerine ilişkin inceleme yapılırken bu hususların da gözönünde bulundurulması gerektiği belirtmiştir.
25. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formunda ileri sürdüğü hususları tekrar etmekle yetinmiştir.
B. Değerlendirme
26. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun temel iddiası; iş akdinin somut bir gerekçe gösterilmeksizin asılsız iddialarla feshedildiği, derece mahkemelerince de yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan, iddia ve itirazları karşılanmadan davasının reddine karar verildiği hususuna ilişkindir. Bu kapsamda başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki iddialarının gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
29. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).
30. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
31. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açık bir keyfîlik olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23).
32. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün, buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, § 24).
33. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hâle getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
34. Somut olayda işveren nezdinde 2012 yılından itibaren çalışmakta olan başvurucunun iş sözleşmesi, 29/7/2016 tarihi itibarıyla feshedilmiştir. Başvurucu, iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek işveren aleyhine işe iade istemiyle dava açmış; yargılama sürecinde işveren Kurum, olağanüstü hâl kapsamında ve olağanüstü hâl KHK'larının gerekleri dikkate alınarak başvurucunun iş akdinin sonlandırıldığını belirtmiştir.
35. Mahkeme, başvurucunun iddialarını inceleme yetkisi olmadığını belirterek davanın reddine hükmederken Bölge Adliye Mahkemesi, fesih bildiriminde KHK kapsamında iş akdinin feshedildiğine yönelik açık bir ifade geçmediği ve fesih sebebinin sonradan değiştirilemeyeceği gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiştir. Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda ise başvurucunun Bank Asyada 17/25 Aralık 2013 öncesine dair çalışma kaydının varlığına değinilmiş ve kovuşturmaya yer olmadığı kararına rağmen işçi ile işveren arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği, şüphe feshi için gerekli şartların oluştuğu belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 9-12).
36. Şüphe feshinin mahiyeti gereği ispatı beklenemese de Yargıtay içtihadında da belirtildiği üzere şüphenin işçinin kişiliğinde bulunan bir sebebe dayanması, bu sebebin de ciddi, önemli ve somut nitelikte objektif olay ve vakıalar ile desteklenmesi gerekmektedir (bkz. §§ 19, 20). Aksi hâlde hukuk devletinin bir gereği olan hukuki güvenlik ilkesine aykırı bir şekilde keyfî uygulamaların gündeme gelmesi söz konusu olabilecektir.
37. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013). Bu noktada gerekçeli karar hakkı, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin tesisinde önemli bir araç konumundadır. Zira kişiler ancak gerekçeli karar vasıtasıyla somut olayın hukuk kuralları karşısında nasıl konumlandırıldığını öğrenebilmekte ve buna karşı etkili bir savunma geliştirme imkânı bulabilmektedir.
38. Derece mahkemelerince gerçekleştirilen araştırma ve incelemeler neticesinde tespit edilen hususların hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerini temin edecek ve keyfî uygulamaların önüne geçecek şekilde, somut olayın özelliği dikkate alınarak gerekçeli kararda ortaya konulması gerekmektedir. Bu kapsamda sadece şeklî anlamda bir gerekçenin varlığı yeterli değildir, aynı zamanda makul olması şartı aranmaktadır. Makul gerekçeden anlaşılması gereken; mahkemelerin dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini ortaya koymasıdır (bkz. § 33).
39. Tüm bu açıklamalar karşısında şüphe feshi gerekçesiyle iş akdinin sonlandırıldığı davalarda, özellikle işvereni fesih sonucuna götüren hususların aydınlatılması önem arz etmektedir. Bu kapsamda şüphe feshini doğuran durum veya olayın/vakıanın -Yargıtay içtihadında da değinildiği gibi- doğrudan işçinin şahsından kaynaklanması, millî güvenliği tehdit eden yapı veya oluşum ile işçi arasında güncel ve kişisel bir bağlantıyı ortaya koyabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Yine bu noktada derece mahkemelerince söz konusu bağlantının nasıl kurulduğunun detaylı bir şekilde gerekçelendirilmesi keyfîliğin önüne geçilebilmesi adına önem arz etmektedir.
40. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde başta yargı mensupları ve polisler olmak üzere çok sayıda kamu görevlisiyle ilgili olarak FETÖ/PDY ile bağlantıları dolayısıyla disiplin soruşturmaları yürütülmüş, birçok kamu görevlisi hakkında kamu görevinden çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin yaptırımları veya idari tedbirler uygulanmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlara, finans kuruluşlarına ve medya organlarına yönelik birtakım idari tedbirlere başvurulmuştur (ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 34, 35).
41. Somut olayda başvurucu hakkında işvereni şüphe feshine götüren olgu, fesih bildiriminden net bir şekilde anlaşılamamıştır. İşveren, yargılama sürecinin devamında 667 sayılı KHK kapsamında birtakım tedbirlere başvurulduğunu belirtmekle yetinmiştir. Ceza soruşturması sonucunda ise çeşitli kurumlar ile yapılan yazışmalar ve araştırmalar neticesinde Başsavcılık, başvurucunun 17/25 Aralık 2013 tarihi öncesinde Bank Asyada çalışma kaydı ve hesabının bulunduğunu ancak hesap hareketliliğinin olmadığını, başkaca bir delile de rastlanmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Öte yandan Yargıtay yaptığı temyiz incelemesinde, Başsavcılığın kovuşturmaya yer olmadığı kararına rağmen başvurucunun çalışma kaydına değinerek fesih için yeterli şüphenin oluştuğunu ifade etmiştir.
42. Dava dosyasına gönderilen belgeler ve başvurucunun savunması incelendiğinde mesleki hayatına ilişkin sadece yaklaşık on yıl önce, 2004-2007 yılları arasında bugünkü adıyla Bank Asya olan Asya Finansta müfettiş ve müdür yardımcısı olarak çalıştığı tespit edilmekle beraber çalıştığı dönemde yahut devam eden süreçte FETÖ/PDY ile mesleki pozisyonu dışında ne gibi bir örgütsel bağ kurduğu hususunda hiçbir değerlendirme yapılmadığı görülmüştür. Nitekim başvurucu da yıllar öncesine dayanan çalışma kaydının örgüt ile irtibatına dair bir gösterge olamayacağını zira Bank Asya'ya yönelik bu dönemde örgütsel bir tespitte bulunulmadığı gibi kendisinin de örgüt ile hiçbir bağlantısı olmadığı için bu durum ile ilgili bilgi sahibi olmasının mümkün olmadığını ileri sürmüştür.
43. Sonuca varmadan önce belirtmek gerekir ki derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması hâlinde mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda kalabilir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
44. Başvuruya konu olaya ilişkin yukarıda yapılan tüm incelemeler neticesinde ilgili mevzuat, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi içtihadı da dikkate alındığında başvurucunun iddia ve itirazlarının yargılamanın esasına temas eden ve davanın sonucu değiştirebilecek nitelikte olduğunu söylemek mümkündür. Bu kapsamda derece mahkemelerinden beklenen; başvurucu ile FETÖ/PDY arasındaki bağlantıyı gösteren somut, kişisel ve güncel sebepleri gerekçeli kararda ayrıntılı bir şekilde ortaya koyması, davanın reddi sonucuna götüren sebepleri net bir şekilde karara yansıtmasıdır.
45. Dolayısıyla gerekçeli kararda; işveren yönünden başvurucu ile aralarındaki güven ilişkisinin sarsılmasına neden olan olay ve olgulara dair yeterli inceleme ve araştırmanın yapılmadığı, başvurucunun yargılamanın esasına tesir eder nitelikteki iddia ve itirazlarının incelenmediği ve bu iddiaların karşılanmadığı görülmüştür. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
46. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
47. Başvurucu ayrıca haksız fesih işlemi nedeniyle mülkiyet hakkı ile çalışma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden diğer ihlal iddialarına ilişkin olarak kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
48. Başvurucu; ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.
49. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 16. İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
50. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
51. Dosyalardaki belgeden tespit edilen 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 16. İş Mahkemesine (E.2016/617) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/12/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.