EKONOMİ gazetesi yazarı Dr. Şeref Oğuz, Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Bumin Doğrusöz ve Sosyal Güvenlik Uzmanı Özgür Erdursun, EKONOMİ TV’de Göktuğ Baysan’ın ekonomi gündemine ilişkin sorularını yanıtladı.
Özellikle enflasyonun alım gücünü düşürdüğünü ve emekliyle asgari ücretlinin zor bir dönemden geçtiğine dikkat çeken uzmanlar, hükümetin bu kesimi rahatlatacak tedbirler alması gerektiğini aktardı.
Devlet memurları emekli olmak istemiyor
Kamuda 3 sene boyunca emekli olacak insan sayısı kadar işe alım yapılması kayıt dışı ekonomiye, işsizlik verilerine nasıl yansıyacak? Açıklamadaki emekli vurgusu dikkat çekiyor; ilerleyen günlerde emeklilerle ilgili bir düzenleme bekliyor musunuz?
Özgür Erdursun: Türkiye’de 2024 ocak ayı itibariyle kamuda devlet memuru olarak çalışanların sayısı 3 milyon 655 bin 822 kişi. 2014 yılında 10 yıl önce kamuda çalışan sayısı 2 milyon 838 bin 873’müş yani 10 yılda 816 bin kişi ilave edilmiş. Buradaki artış yüzde 28,5. Özel sektöre baktığımızda 10 yılda görünen artış yüzde 31 civarında. Kamuda özel sektöre göre daha az bir artış var ama kamuda bu artışa baktığımız zaman, daha çok seçim dönemlerinde daha çok kişinin işe alındığını görüyoruz. Mesela 2022 yılının ocak ayında 3 milyon 199 bin çalışan varken, 2023 ocak ayında 3 milyon 274 bin, 2024 ocak ayında 3 milyon 655 bine çıkmış. Özellikle 2023 mart ayında 35 bin ilave personel olmuş, nisan ayında 91 bin, mayıs ayında tam seçimler öncesinde 136 bin, haziranda 119 bin, seçimler bitmiş temmuz ayında kamuda 8 bine düşmüş ilave personel, hatta ağustos ayında emeklilerin yerine daha fazla kişi alınmamış, 13 bin 432 eksi, eylül ayında 3 bin 903 eksi, ekim ayında da 10 bin 612 ilave personel olmuş. Daha çok seçim dönemlerinde yüz binlere yakın kişinin ayrıca ilave edildiğini çok net bir şekilde görüyoruz. Kamu personel alımlarını neye göre yapıyor derseniz; seçime göre yapıyor. Seçim öncesinde ve sonrasında bir standardı var ama seçim dönemlerinde bu standartlar aşılıyor, çok daha fazla işe alımlar oluyor. Kamuda çalışan sayısı aslında ne kadar çok olursa o kadar çok iş yapılır mantığı da yok. Kapasitesinden fazla kişi çalışırsa bu sefer de o iş yerinde çalışan kişiler, iş yapmama yarışına giriyorlar. Özel sektör gibi değil, o yapmıyorsa bende yapmayayım, o yapsın benim yerime, neden ben yapayım ki o varken? Gibi bir durum da söz konusu oluyor. Aslında kapasitesinin üstünde çalışan sayısıyla beraber, olacak iş olmuyor. Daha az iş oluyor, iş zamanında bitmiyor, şimdi böyle durumlarda söz konusu. Tamam kamuda atama bekleyenler var, onlar son derece haklı ama kişilerin sesine kulak verilmiyor. Seçim dönemlerinde daha çok partili, yandaş, eş dost, daha çok siyasilerin çevreleri kamuda yığınlar halinde işe yerleştiriliyor. Gerçekten üniversite okumuş, bitirmiş, sınavlara girmiş, sonuç bekleyenler, atama bekleyenlerle ilgili maalesef tam anlamıyla bir çalışma yok burada. Kamuda alım var, ancak kamudaki alımlar standartların dışında seçim öncesinde siyasi iktidarın kendi oyunu artırması için çevresine iş yaratması anlamında değerlendirebiliriz. Kamuda emeklilik açısından olaya bakarsak çok negatif bir durum var. Çünkü uzman bir öğretmen ek dersleriyle beraber cebine 50 bin lira giriyorsa, bu kişi emekli olduğunda 17 bin lira emekli aylığı alıyor. Şimdi cebine 50 bin lira giren birisi bunu bırakıp 17 bin lirayla emekli olur mu? EYT yasası çıktığında SSK’lılar emeklilik için müraacatta bulundu, BAĞ-KUR’lular günleri yetiyorsa müraacatta bulundu ama devlet memurlarından emekliliği hak etse dahi müraacatta bulunanların sayısı en az ve devlette de özellikle 8 bin lira geçen yıl temmuz ayında bir seyyanen artış oldu, bu seyyanen artış sonrasında da devlette emeklilik için müraacatta bulunanların bir kısmı da pişman oldu. Emekli olduğuna pişman oldu çünkü emekli aylığını görünce 40 bin liraya, 50 bin liraya göre bir hayat standardı varsa şayet, emekli olduğunda 13,15,17 bin lirayı gören kişiler emekli olduğuna da pişman oldu. Bundan sonra bu emeklilik sistemiyle devletten çok kişi emekli olmaz, 65 yaşına kadar bekler, tabiri yerindeyse devlet artık o kişilere; “kusura bakma sizinle çalışamayız” dediği tarihe kadar bu kişiler devam etmek zorunda kalırlar. Çünkü emekli olduktan sonra alacakları parayla geçinmeleri mümkün olmaz. Emekli olsunlar da emeklilerin yerine yenisini koyalım mantığı artık bu emeklilik sisteminde çok da mümkün değil. Bu nedenle; evet işsiz kalan gençler, sınavlara girmiş, devlette çalışmayı hedefleyen kişiler açısından çok da kendilerini memnun edecek bir durum olmayacak. Bunu da emekli aylıklarına bağlıyorum.
Hükümet asgari ücrete zam yapmak zorunda
Emekli aylıklarına bağlamışken şu soruyu da sormak istiyorum; ekonomide böyle bir ortamda emekliye ve asgari ücretliye ek bir zam bekliyor musunuz? Temmuz ayı çok konuşuluyor, sizin beklentiniz nedir?
Özgür Erdursun: Enflasyon verileri açıklanıyor, biz TÜİK’in Enflasyon verilerinin doğru olduğunu varsayarsak, TÜİK’in hiçbir verisi doğru değil. TÜİK diyor ki yüzde 6,7 enflasyon, 17 bin lirayla başlayan bir kişinin ocak ayı enflasyonuyla beraber parasının satın alma gücü yüzde 6,7 oranında düşmüş. Şubat ayında 4,53 düşmüş, mart ayında 3,16 düşmüş, böyle devam ederse zaten 17 bin lira olarak başlayan asgari ücret alım gücü açısından haziran ayının sonunda 13 bin lira olacak. Asgari ücretliye 5 bin lira bir artış yapıyoruz deseler, asgari ücrete bir artış olmuyor bu, sadece TÜİK’in belirlediği enflasyon farkını vermiş olurlar. Çünkü alım gücü değeri her ne kadar cebindeki para 17 bin lira olsa da alım gücü değeri 13 bin, 13 bin 500 lira. Bu nedenle asgari ücrete artış yapmak zorunda hükümet. Asgari ücret ve diğer ücretleri de ele aldığınızda enflasyonla beraber her şeyin fiyatı arttıysa, parası değer kaybettiyse, memura, memur emeklisine enflasyon farkı verilecek. Yüzde 20 gibi bir tahminim olduğunu daha önce de yazmıştım. SSK ve BAĞ-KUR emeklilerine yüzde 25 bir enflasyon farkı verilecek; e çalışanlar peki ne olacak, asgari ücretle diğer çalışanlar ne olacak? Onlar bu enflasyondan etkilenmediler mi? Diyorlar ki maliyeti artırıyor, enflasyona neden oluyor. Öyleyse şöyle olsun; aradaki farkı verin, sigorta primi ve vergiden de muaf olsun. İşletmeler yanında çalıştıracak personel bulamıyorlar şu anda. Çünkü geçmişte olduğu gibi düzenli sabah saat 9’da bir işe gideyim, akşam saat 6’ya kadar çalışayım diye düşünenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Düzenli işte çalışırım, sigorta primlerim ödenir, ileride de emekli olurum; artık insanlar bundan uzaklaştı, yeni nesilde bunları istemiyor. Diyor ki; zaten 65 yaşında emekli olacağım, yaşım 20 ise 60 sene sonra, ne olacağı belli değil. Önemli olan benim cebime bir miktar fazla para girsin. Sabit bir işte çalışırsam 17 bin, 20 bin lira para alacağım. Sabit bir işte çalışmıyor, birkaç işte saatlik, haftalık çeşitli işlerde çalışarak en azından diyor ki; yoksulluk sınırı 50 bin liraya yakın bir para nasıl cebime girer? Sigortası falan kimsenin umurunda değil artık. Bu durumda da asgari ücretin artırılmaması demek, iş hayatında da biz üretmeye çalışıyoruz, tam kapasiteyle de çalışamayız çünkü bugün işletmeler personel bulmakta sıkıntı yaşıyor, bu ücretlerle personel bulmak çok zor, burada yapılması gereken; işveren bir kişinin aylığına 3-4 bin lira artış yapsa, devlet arada kendisine 1500-1700 lira pay istiyor. Öyleyse, enflasyon oluşmasını istemiyorsak, maliyetin daha fazla artmasını istemiyorsak, işverenlere bu artışı yaptıracak, rakamı koyacak, bu rakam sigorta primi ve vergiden muaftır diyecek. Aksi halde şu anda hükümetin kafasındaki düşünce asgari ücrete zam yapmamak. Sayın Bakan Vedat Işıkhan net bir dille söyledi; “Asgari ücrette artış yapmayacağız” dedi. Asgari ücrette artış olmazsa diğer ücretlerde de artış olmayacak anlamına geliyor. Burada artış demek zam demek. Normalde ocak ayında bir kişi maaşıyla bir çuval un alıyorsa, artış sonrasında 1,5 un alabiliyorsa o artıştır ama aynısını alıyorsa o bir artış değildir; bırakın aynısını almayı, çok rakamı düşmüş olacak tekrar temmuzda asgari ücrete TÜİK’in enflasyon oranı kadar bir artış olursa, bu bir artış değil enflasyon farkı şeklinde olur. Nasıl ki memuru, memur emeklisi enflasyon farkı alacaksa, muhakkak asgari ücret ve diğer ücretlilere de bu yaşanan enflasyonun faturası kesilmeden en azından bir enflasyon farkı verilmesi gerekiyor diye düşünüyorum.
Kamunun tasarrufta iştahı olduğunu düşünmüyorum
Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek paketi açıklarken, “ne ilk ne de son” dedi. Siz açıklama sonrası yaptığınız paylaşımda “Dağ fare doğurdu” dediniz. Beklentiniz neydi?
Dr. Şeref Oğuz: Maliye bakanı bunu daha önce de yapmıştı, tasarruf genelgesi olarak yapmıştı bunu, adı paket değil genelgeydi. Bu genelgeyi 8 ay önce yayımladığında bununla da kalmamış cumhurbaşkanlığı sitesine bazı formlar yükleyerek kamudaki yöneticilere şunu diyordu; cumhurbaşkanlığı sitesine girin, oradaki formları indirin ve yapacağınız tasarrufları listeleyin; personelden, ödeneklere, binalara, diğer harcamalara, araçlara… Bunlara itimat edilmedi, kimse bunları umursamadı ve hatta enteresan, ek ödeme talebi bile oldu. Bırakın indirimi, aslında bizim çok daha fazla harcamaya ihtiyacımız var dendi. O süre içerisinde bütçedeki açık çok fazla ayyuka çıkında, seçim ekonomilerinde de uygulanan politikalar gereğince, EYT, asgari ücret ve özel sektöre, KOBİ’lere aktarılan paralarla bütçe açığı 2.7 trilyon liraya ulaşınca, kamudaki doludizgin harcamalara kısıt getirilmesi çok fazla dillendirilmeye başlandı. Ve anti-enflasyonist bir politika uygulanacaksa hükümetin önce bunu kendi üzerinde denemesi ve israfa kendisi son vermesi gerektiği de söylendi. Sen fedakarlık istiyorsun enflasyon için, ey asgari ücretli zam bekleme, ey diğer alanlar siz artık devletten fon beklemeyin, kaynak beklemeyin diyor. Çok fazla kamu araçları devreye girdi, çok pahalı alman arabaları, hatta TOGG’a tenezzül etmeden altıncı, yedincisinin peşinde olan yöneticiler devreye girince, kamu neden tasarruf yapmıyor diye bir beklenti oluştu, açıkçası bende de oluştu. Ben bunu o kadar çok ciddiye aldım ki rüyalarıma girdi. Rüyamda cumhurbaşkanı ortada oturuyor, etrafında bakanları, tam bir kadroyla beraber; “Şöyle tasarruflar başlıyor kamuda…” diye en tepeden bir komut gelmesi halinde, diğer kamu kuruluşlarının da buna açık açık uyacağını düşündüm. Fakat ertesi gün cumhurbaşkanını göremedim, Mehmet Şimşek ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz vardı. Cevdet Yılmaz güzel bir sözle başladı; “Mantığı olmayan bütün harcamaları kısacağız” dedi. Hemen ardından da Mehmet Şimşek sözü aldı ve pek çok şey sıraladı; az önce sözünü ettiğimiz personelle ilgili olan kısımlardan başlamak üzere yığınla şey söyledi ve topladık topladık, bunun ne kadar edeceği konusunda bir rakam beklerken o da söylenmedi. Halbuki daha önce kamuda bir tasarruf olacaktı, hatta cumhurbaşkanı bize 500 araç satacağız diye bir laf ifade etmişti yurt dışı gezisinden dönerken gazetecilere. 115 bin araç içerisinden 500 araç satılması, satılan arabaların vale parası bile etmez. Herhalde bunun bir yönü daha sonra açıklanacak. Bir paket beklentisi oluşunca hah tamam geliyor dedik, ne geldi? Herkesin bildiği açıklamalar. Dağ fare doğurdu derken bunu kastettim; çünkü 100 milyar liralık bir tasarruftan bahsederken 2.7 trilyon liralık bir bütçe açığı içerisinde, 100 milyar liralık bir şey yüzde 3 gibi küçücük bir alana tekabül ediyor ki bir kova suyla bu yangın sönmez diye düşünüyorum. Kamunun bu kadar gelire ihtiyacı olduğu bir dönemde tasarrufu bulamadık. Benim orada gördüğüm bir başka ifade de üç yıl sınırlaması; demek ki üç yıl içerisinde bu yapılacak, üç yıl sonra herhalde yeniden bir seçim ekonomisine gidileceği için bunlarda kaldırılacak. Başka bir sıkıntı da şu; bütün tedbirler; şu olacak, bu olacak, az önceki personelden tut, araçlardan tut, yeni bina kiralama satın alma gibi tedbirlere bakıyorum hepsi şununla bitiyor; “Yasayla tanımlananlar ve acil ihtiyaçlar hariç olmak üzere.” Yani her birinin arkasında da bir çıkış kapısı bırakılmış. Aslında o çıkış kapısını kapasan, illa bunları satsan bile, sadece taşıtlar üzerinden bir örnek verecek olursam; kamunun 155 bin aracını, 25 bin ya da 35 bin Euro olarak hesap etseniz, artı o ışıltılı binalardan, kamudaki kiralık binalardan da kurtulsanız 6-7 milyar doları buluyor. Kaldı ki bizim sadece bu yıl ödememiz gereken 225 milyar dolarlık dış borç, anapara ve faiz ödemesi var. Devede kulak bile değil. Başka bir sıkıntı da bu tasarruf tedbirleriyle ilgili olarak kamuoyunda acaba enflasyonun düşeceğine dair bir algı oluşmuştur diye ben bunu çok fazla irdeliyorum. Neticede bu tasarruf niye yapılır? Enflasyonla hakikaten anlamlı bir mücadele için. Vallahi kamuoyundan gelen tepkiler, bizim gazetemizdeki yazılarımız ve sosyal medyada da paylaşımlara baktığım zaman; hayal kırıklığının sadece bende olmadığını toplumun her kesiminde olduğunu görüyorum. Bunun üzerine de köprü ve otoyollara zam gelince; tasarrufu yaptık şimdi de sıra zamlara mı geldi diye başka bir söylemde dolmaya başladı. Birde şu var; biz bu harcamaları neden yapıyoruz diye hiç sorgulamadık. Biz neden bu kadar çok insan çalıştırıyoruz? Kamu parası harcıyorsan eğer ey kamu; haram. Kendi paranı harcıyorsan o da israf. Bu kadar fazla harcamayla beraber varacağımız bir nokta yok, o anlamda ben kamu müsrif kalmış diyorum. Servis araçlarından kurtulacağız, lojmanlardan çıkaracağız sözlerinin toplumdaki algısı şöyle oldu; galiba tasarrufu yine merkezi idare yerine yerel idarelere, aynı zamanda kamu yerine özel sektöre ve iktidar yerine vatandaş yapsın gibi bir netice verdi. Ben açıklanan bu tedbirlere diğer kurumların fazla aldırış edeceğine inanmıyorum. Kamunun tasarruf yapma konusunda ne iştahı ne de gayretinin olduğunu düşünmüyorum.
Borç peşinde koştukça istikbali tehlikeye atıyoruz
Öncesinde Kamuda Tasarruf Paketi hakkında bir yorumunuzu merak ediyorum; sonrasında işsizliğin artması ve kayıt dışı ekonomiye yönelme gibi durumlar vergi gelirlerini nasıl etkileyecek? Ek vergilerle karşı karşıya kalacak mıyız? Vatandaş bunu merak ediyor açıkçası.
Dr. Bumin Doğrusöz: Harcamalarda 3 yıl tasarruf öngörülüyor, peki 3 yıl sonra ne olacak? Bugün tasarrufa ihtiyaç duyduğumuza göre yine har vurup harman savurmaya geçeceğiz demektir. Yani baktığımız zaman ben şöyle bir şey bekliyordum; devletin her şeyden önce şeffaf olması gerekiyor. Ben dün akşam bir bakayım dedim, Türkiye’de kaç adet kamu aracı var? Yok, böyle bir rakam bulamadım. Kaçı kiralık? Kaçı devletin? Kaçı belediyenin? Yok. Eğer siz tasarruf tedbiri yapıyorsanız açıklıyorsanız şunu dememiz lazım; bugün 125 bin araç var ben bunu 3 yıl sonra şu rakama indireceğim, 6 ay sonra şu rakama indireceğim ama rakamsal hiçbir veri yok! Öte yandan ilginç ifadeler de var örneğin; kişi başı alanın nasıl saptanacağı gibi. Kamu yerleşkeleri için getirilen kişi başı metrekare standardı; demek ki kamu yerleşkelerinde kişi başına düşecek olan bir metrekareyi esas alıyoruz. Peki nedir bu metrekare diye bakıyorum; kamu binaları standartları rehberi var Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayımlanmış. Üst yönetici çalışma alanı, 100 metrekare. Yani bir yöneticiye 100 metrekare oda tahsis ediliyor. 100 metrekare bugün insanların yaşadığı 2-3 odalı, mutfağı banyosu olan bir dairenin büyüklüğü. Şube müdürleri, 80 metrekareye kadar ulaşan oda. E şimdi siz bu standartlarla mı tasarruf yapacaksınız? Ne beklerdim? Şunu beklerdim; evet insanlar hata yapabilir devlet de hata yapabilir. Örneğin biz geçiş garantisiyle yaptığımız yap, işlet, devret işte kamu iş birliği sistemleri içerisinde yanıldığımız alanlarda, bunları düzeltmek üzere oraları yaptırdığımız müteahhitlerle görüşeceğiz, ya indirim yaptıracağız ya da kamulaştıracağız. Neyse zararı kişinin ödeyeceğiz ve kamunun bundan sonraki zararını önleyeceğiz. Örneğin Zafer Havalimanı, sapma oranı yüzde 98. Yani biz oraya 100 insan gelecek sen bunun parasını kazanacaksın, kazanamazsan ben cebimden ödeyeceğim demişiz, gelen kişi 2, yüzde 98 olduğuna göre. Peki ben 98 kişinin parasını neden ödüyorum ve ödemeye devam ediyorum? Yıllar boyunca da ödeyeceğim. Niye bunu durduracağız demiyor kamu belli değil? Öteki taraftan bakıyorum; devlet ihale mevzuatında yapılacak herhangi bir değişiklik bize vaat edilmiyor oysa ki bütün sorun ve sıkıntılar zaten devlet idare mevzuatında sürekli yaptığımız değişiklikler ve onların kötüye kullanılmasından kaynaklanıyor ama bizim bu konuda bir taahhüdümüz de söz konusu değil. Öte yandan ben bu tasarruf paketinin ilk sayfası üzerinde Maliye Bakanlığı’nın amblemini değil bütün bakanlıkları görmek isterdim. Bu metin sadece Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı ama hukuki değeri olmayan bir metin. Yani yapacağım, edeceğim. Kısaca söyleyeyim; ‘Mış’ gibi yaptık yine, yani bir tasarruf tedbiri alıyoruz, yapıyoruz gibi yaptık yine. Görüntüde varız ama hukuk aleminde maalesef yokuz. Bir kere her şeyden önce bizim envanteri çıkartmamız lazım; neyimiz var, neyimiz yok? Nereye ne harcıyoruz? Belli değil. Yine şeffaf olmadığı için internet araştırmasına dayanarak konuşuyorum; bugün Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın günlük harcaması dakikada 34 bin lira. Peki burada herhangi bir tasarruf var mı? Yok mu? Uçaklardan bahsedildi. Sayın cumhurbaşkanımıza helal hoş olsun ama kaç tane uçağı var? Bunu bilmek herhalde vatandaşımızın hakkı. Vallahi uçaklarda gözümüz yok ama kaç uçak var? Çünkü bu uçaklar devletin malı. Bir milletvekili soru önergesi veriyor cumhurbaşkanının kaç uçağı var diye? Cevap; gerektiği kadar. Şimdi böyle bir ortamda tasarruf yapıldı mı? Yapılıyor mu? Yapılacak mı? Benim bunu bilme ve değerlendirme olanağım bir akademisyen olarak yok, çünkü veri yok ortada. Şeffaflık yok. Şimdi işsizlik artar mı? Kamu ve özel sektöre alım yapmazsanız elbette ki artar. Bugün bizim yaklaşık 6 milyona yakın üniversite öğrencimiz var. Her sene 900 bin civarı mezun veriyoruz. Peki bunları biz istihdam etmezsek ne olacak? Kayıt dışı çalışacaklar. Peki biz niye okuttuk bu çocukları? Bugün atanamayan çocuklar var, atamayacağız diyor devlet, niye? Ancak emekli olan olursa onun yerine adam alacağım diyor. Vergilerle ilgili olarak; ek vergi gelecek, bundan kaçamayız. Benim beklentim yeni bir vergi, motorlu taşıtlar vergisi gibi ikinci defa, üçüncü defa alma biçiminde değil ama vergi kanunlarında yapılacak değişikliklerle, bir takım indirimlerin, istisnaların, indirimli kurumlar vergisinin tırpanlanması suretiyle geleceğini düşünüyorum. Şirketlere, işletmeleri sarsacak bir dedikodu dolaşıyor ortada, somut bir veri yok ama şirketlerin dağıtılmamış karları üzerinden de bir stopaj gelme ihtimalinden de söz ediliyor. Bunlar zaten daralmış olan esas kesim ekonomisini olumsuz etkileyecek düzenlemeler. Bizim zaten bu kadar açığımız varken tasarruf yapamazken, yaparmış gibi gözükürken, bizim ek vergi koymadan işin içinden çıkma ihtimalimiz bir tek şartla mümkün; çok çok güzel borçlar bulmamız. Tabi o bulacağımız borçların bedelini de ileride çocuklarımız, torunlarımız ödeyecek. En kolay bulacağınız, bedelini en ağır ödeyeceğiniz para borçtur. Biz borcun peşinde koştukça istikbali tehlikeye atıyoruz.
Enflasyon kendiliğinden olgunlaşıp ağaçtan düşen armut değil
Enflasyondan kaçarken, işsiz insan enflasyonuna tutulmak bir ülkenin ekonomisi için ne kadar mantıklı? Ve bizi 3 yıl sonra ne bekliyor?
Dr. Şeref Oğuz: Şeffaf değil, verilere hakim değilsiniz. Sadece tekstil sektöründe son bir yılda 2 milyon olan istihdam 1 milyon 100 bine düşmüşken, işsizlik rakamını TÜİK’in düştüğü 8,5’lara indiğini söylemesinden bunu çıkarabilirsiniz. Üniversitelerimiz, 208 tane üniversitemizde 6 milyona yakın öğrenci bu yapı içerisinde, biz aslında oraları işsizlerin antreposu olarak kullanırız. Nedir? İşsizler ordusuna gitmeden onları orada tutuyoruz, çıktıktan sonrada mesela geçen yıl 930 bin diploma ürettik, bunun yüzde 20’si ancak işe dönüştü diğeri de buharlaştı ya da Jupiter’e falan gitti zannediyoruz. Başka bir şey daha var; veri olmayınca biz kanaatlerimiz üzerinden, eksik kanaatle gölge boksu yapıyoruz. İşsizlik tanımından başlıyor sıkıntı. TÜİK diyor ki; son 4 haftadır iş aramayanı işsiz saymam diyor. E insanlar bundan umudunu kesti, ev genci denen bir kavram oluştu Türkiye’de. Ev genci nedir? Hem eğitim, hem iş talebi olmayan ailesinin kaynaklarıyla geçinen gençlerden söz ediyoruz. Kavramlar zorlanınca TÜİK tuttu atıl iş gücü diye bir kavramdan evirildi bunu açıklıyor. Açıklasa ne olur, açıklamasa ne olur? Açıkçası ben şöyle düşünüyorum; yakın gelecekte, aslan gibi TÜİK’in varsa enflasyondan korkma, aslan gibi TÜİK’in de varsa şu iş arama gafletinde bulunanları bu gibi kötü alışkanlıklarından vazgeçirsek işsizliği de çözdük demektir. Peki bu kadar gencin istikbalini, geleceğini elden almış olmamızın bir neticesi yok mu? Şunu görüyorum; Türkiye eğitim sisteminden gidersek; Türkiye’deki eğitimin yüzde 5’i Cambridge düzeyinde yüzde 85’i Bangladeş düzeyinde. Yüzde 5 sanayiye endüstriye yetmiyor. Olanları da zaten giderlerse gitsinler diye çekip gidiyorlar ki bence Türkiye’nin en büyük kaybı entelektüel sermayesinin kaçıyor olmasıdır. Yüzde 85 seviyesinde olanlar da iş bulamıyor, beceri bulamıyor hatta bunları da bir EYT gibi unsurlarla çalışmadan cebine para koyma üzerine bir yöntem uyguladığımızdan dolayı Suriyelilere Afganlara muhtaç hale geldi. Şu an bunları denklemden çıkarsan, endüstri duracak. Tasarruf tedbirlerinde, yeniden oraya bağlamak istiyorum; bunun devam edeceğini söylüyor ama sen böyle devam edeceksen bu tasarruf değil. Bizim köklü olarak ekonomiyi bir verimlilik noktasına taşımamız gerekiyor. Büyük ihtimalle yeni bir paket beklentisi de yavaş yavaş oluşmaya başladı. Enflasyonu düşürmek için hükümetin henüz daha kararlı bir adımı olmadığını gördüğümüz gibi, açıkçası çözülmeyen enflasyon sebebiyle enflasyon muhasebesini bile erteledik. Atılacak bir adım olmayınca ben şuna geliyorum; devamı olacaksa lütfen siz paket açmayın. Benzer yapıyı 1990’lı yıllarda İsrail yüzde 3600’lük olan enflasyonunu yüzde 15-16’ya indirdiği zaman hatta sonraki yıllarda 6’ya indirdiği zaman bunu nasıl yaptınız diye o zamanki Merkez Bankası başkanı Jacob Frenkel’i Türkiye’ye davet etti; arkadaş gel bize anlat ne yapıyorsunuz? Nasıl çözdünüz? Biz o zamanlar kayıp yıllarda enflasyondan muzdariptik işte 1994 krizi 2001 krizi bunları inşa etmekle meşguldük, paralarımızda sıfır ağlıyordu 6 sıfırlı paraya koştuğumuz kayıp yıllarda. Önce dedi ki paket açmaktan vazgeçin. İkincisi enflasyon külfetini bir diğerine transfer edecek olan kanalları kapatın. Üçüncüsü bu çerçeve içerisinde halkı ikna edecek adımlar atın. Üçü de bizde yok. O yüzden şimdi bu paketin devamı büyük ihtimalle gelecek. Bir paketle havanda su dövüyoruz, öbür paketle de havanda dövdüğümüz bu suyu elekle taşıyoruz. Ondan sona dönüp diyoruz ki biz niye bu haldeyiz. O açıdan ben bir gün enflasyonu çözmeye gerçekten karar verdiğimiz zaman işareti şuradan alacağım; kamunun bu işe hakikaten sözde değil özde el attığını. Cumhurbaşkanının 13 uçağının mesela yarısını satıp ya da 100 milyar değil 1-2 trilyonluk bir tasarruf paketini devreye koyduğu, aynı çerçeve içerisinde kamu taşıtlarının büyük bir bölümünü satışa çıkardığını gördüğümüzde inanacağım. Birde yeni moda başladı biz satın almıyoruz kiralıyoruz. Kiralanan bir aracın günlük maliyeti 3 bin lira. 90 bin lira sadece o aracın kullanma maliyeti ayda. Üniversite rektörlerinden daire başkanlarına kadar herkes en pahalı alman arabasını istiyor TOGG’un yüzüne bakan yok. Efendim bir yere gidemem bana şu lazım diyen diyanet işleri başkanımız da var. Alman arabası lazım, ne bu alman arabası severliği onu da anlamış değilim. Açıkçası kasada para bitt, yurt dışından para gelmiyor, CDS’ler çok yukarıda, enflasyonu çözme konusunda Merkez Bankası’nın kabiliyet sınırlarını çoktan aştık. Faizle gelebileceğimiz noktaya geldik. Kaldı ki geç artırılmış faizin zehiri de ekonomiye enjekte edildi. İnsanlar yüksek faizli kredileri kullanamıyor, onun yerine varlık satıyor, hayatta kalmaya çalışıyor. İhracatçı, kur vermiyorsunuz bari maliyetlerimizi düşürün gibi talepleri var ama tüm bunlar olurken Gabar’da her gün petrol bularak, çok yakında en zengin ülkeler sınıfına gireceğiz müjdeleriyle bu iş olmaz. Türkiye enflasyonu daha önce de çözmüştür, yine çözebilir ama şunu unutmayalım ki enflasyon; kendiliğinden olgunlaşınca düşen bir armut değildir, ağacı silkelememiz lazım.
Eylülde asgari ücrete düzenleme gelebilir
Asgari ücret ve emekli maaşlarında bir artış bekliyor musunuz?
Dr Bumin Doğrusöz: Asgari ücret veya emekli maaşı 1 Ocak’ta verildiği değerini bile bugün korumuyor ki. Bırakın zammı hiç olmazsa 1 Ocak’taki satın alma gücüne artırılması lazım. Aksi taktirde insanlarınızı, emeklilerinizi sefalete sürüklüyorsunuz. Eskiden internet yoktu, televizyon yoktu, haber almalar bu kadar geniş değildi dolayısıyla biz ne yapalım idare edeceğiz deyip boynumuzu büküyorduk. Ama şimdi öyle değil. Bakıyorsunuz Almanya’dan emekli maaşı alan Antalya’da bir ay tatil yapıyor. Fransız emekli alıyor altına bisikleti dünyayı geziyor. Bizim insanımızın oranın insanından ne farkı var? Neden biz insanları buna mahkum ediyoruz? Bunu kamuoyuna anlatamazsınız. Ben bir zam olmasa bile hiç olmazsa 1 Ocak’taki satın alma gücüne eriştirileceğini düşünüyorum.
Dr. Şeref Oğuz: 17 bin 2 lira, 4 aylık enflasyon 18,7 ve şu anda 20 bin lirayı zaten aşmış olması lazımdı. Yılbaşındaki 17 bin 2 liralık alım gücünü ancak 20 bin lirayla yerine koyabiliyoruz. Hızlı bir şekilde giderek satın alma gücü aşağıya inerken ihtiyaç ortaya çıkıyor. Enflasyon çerçevesinde artırılsa bile şu an 20 bin lira olması gerekiyor. Çalışma bakanı artırılmayacak dedi; Bunun kararını ne cumhurbaşkanı ne de başkası verir, bunun kararını enflasyon verir. Özellikle son seçimde görüldü ki emeklinin gösterdiği tepki en küçük maaşı alan 16 milyon emekli içinden 10 milyon emeklinin hiç değilse açlık sınırına çıkarılması gerektiğini yazıp çizmiştik Ekonomi Gazetesi olarak. Klinik deneyler gösterdi ki emekli de acıkabiliyor. Artı oy bile verebiliyor buna dikkat edin diye yazmıştım. Emekliye priminin karşılığını bekleyen insan yerine, sosyal atık gibi bakan bir zihniyetin neticesinde emekli de dersini verdi ve dedi ki; seni birinci partiden aldım! Toplumda da eğer siz emekliyi, çalışanı ihmal edersen önümüzdeki dönemin seçimlerini bekleyemezsin. Benim beklentim; temmuz ayında olmasa bile baz etkisiyle kendiliğinden düşecek enflasyon da hesaba katılarak eylül ayında bir düzenleme yapılabilir.